Alişan Hayırlı

Bir Mantar Uğruna…

19 Ekim 2025 09:49

İmsak vakti…

Yeğenim Alpay ve kılavuzumuz Kazım (Allah rahmet eylesin vefat etti) ile birlikte silahsız “üç silahşor” Gündüzbey üzerinden Pınarbaşı, Kozluk ve Sarsı istikametine doğru sabahın erken saatinde yola koyulduk.

Bundan tam 2 yıl önce yine aynı ekiple Karlık dağlarına unutulmaz bir doğa gezisi yapmış, memleketimizin doğa harikası güzel köylerinde ışkın ve şifalı otlar toplamıştık. Hala o gezinin tadı damağımızda, topladığımız ışkınlar gözümüzün önündeydi sanki…

• Mantar Avcıları!

Fakat bu sefer tek farkla ki, hedefimizde ışkın değil sadece ve sadece yöresel tabirle “Göbelek” dediğimiz mantar var.

Protein ve besin değeri açısından ete alternatif olarak gösterilen ve son yılların göz gıdalarından biri olan mantar…

Bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı direnci artıran, göze ve vücuda kuvvet veren, bedensel ve zihinsel gelişimi destekleyen, öğrenme yeteneğini artıran, yorgunluğu gideren, bol miktarda demir minerali içeren kansızlığa iyi gelen, kandaki kolesterol oranını düşürerek kalp ve damar hastalıları ile kalp krizine karşı koruyucu etki gösteren mantar…

Gündüzbey ile Çelikhan arasında yer alan yüksek zirveler ve rüyalarımızı süsleyen mantarlar bizi bekliyor.

Biz geliyorduk… Mantar avcıları!

• İlk molamız Bürücek Yaylası’nda…

Pınarbaşı, Gündüzbey Kaptaj tesislerinin hemen yanından sola kıvrılıp, Yukarı Kozluk yoluna saptık. Sabah kahvaltısı ve öğlen yemeği için sırt çantamızda yeterince nevalemiz var.

Civar köyleri ve yerleşim birimlerinin uzun yıllardır çadır kurup yaz ayları boyunca hayvanlarını otlattıkları meşhur Bürücek Yaylası’nda mola verip kahvaltı yapacaktık. Doğayla baş başa, kuş sesleri arasında, tertemiz havası ve bol oksijenli bir ortamda çay demleyip kahvaltı yapıp yola devam ettik.

Sarsı Köyü’ne ulaştığımızda eski dost Remzi Kılıç’ı aradı gözlerimiz… Küçük oğlu Mustafa, babasının karşı dağda hayvanları otlattığını söyledi. Artık orada Mustafa ile birlikte mini bir oturum gerçekleştirip hangi yöne gideceğimize karar verecektik. Nereye gidebilirdik? Mantar en çok hangi dağda yetişirdi? Mustafa bizi yönlendirecekti… Ve sonunda karar verdik: Mahmutlar mezrası yönünde Hamza dağlarına doğru gidecektik. Nitekim Remzi Kılıç da o yönde bulunduğu için O’nu da görebilecektik.

Yaklaşık iki kilometrelik bir yolculuktan sonra Remzi Kılıç’ı dağların yamacında koyunları ve keçileri otlatırken bulduk. Ayaküstü biraz sohbet edip hasret giderdikten sonra yola devam ettik. En sonunda Mahmutlar Mezrası’na geldik. Artık orada yol bitti. Aracı park edip, sırt çantalarımızı yüklenip dere boyunca yürümeye başladık.

• Hamza dağına tırmanış

Hava güneşliydi ama yine de güven olmazdı. Dikkatli olmak zorundaydık. Hedef Hamza dağıydı. Üç koldan dağa doğru tırmanmaya başladık. Hayatımda ilk defa mantar toplamaya çıkmanın verdiği heyecanla zirveye doğru tırmanmaya başladım. Aslında mantar toplamak bahaneydi, benimkisi biraz da macera peşinde koşmaktı. Nefes almadan hızla zirveye doğru tırmanmaya başladım. Tırmandıkça Beydağlarının bir silsilesi olan Hamza Dağı’nın muhteşem güzelliği karşısında adeta kendimden geçiyorum. Her türlü şifalı bitkiler, birbirinden güzel çiçekler, dağların gökyüzü ile temas eden ihtişamlı zirvelerini süslüyor. Rengârenk laleler, papatyalar ve adını bilmediğim hayatımda ilk defa gördüğüm çiçekler insan ayağı değmemiş dağları tam bir tablo haline dönüştürüyor.

• Gaipten bir ses beni çağırdı

Sarp ve keskin yamaçtan tırmanırken ekiple arayı ne kadar açtığımın farkında bile değilim. Daha yukarılara, daha zirveye, en uç noktaya çıkmak istiyorum.

Zirveler beni mıknatıs gibi çekiyor. Adını bilmediğim, tarif edemeyeceğim efsunlu güçler beni çağırıyor. Gaipten bir ses sanki bana sesleniyor. Yerden ne kadar uzaklaşırsam, görüş açım o kadar genişliyor, zirveye ne kadar yaklaşırsam kendimi o kadar özgür hissediyorum.

Nihayet Hamza Dağı’nın zirvesine vardım. Bir kayanın üzerine oturup etrafı seyre başladım. Yorgun düşmüş, nefes nefese kalmıştım. Başım göğe değiyordu artık. Temiz ve bol oksijenli havayı içime çekiyor, şifalı bitki ve çiçekleri, dört bir yanımdaki dağları seyre dalıyorum.

Benim yerim burası... Huzuru ve mutluluğu burada buluyor, hırçın dalgalar misali köpüren ruhum burada saadeti teneffüs ediyor. Şehrin üzerime sinmiş kiri ve pası temizleniyor, maddi ve manevi arınma, bir nevi terapi oluyorum.

Tabiat ananın kucağında, kuşların sesi bana ninni gibi geliyor. Bir çam ağacının dibinden pır diye kalkan keklik sürüleri, tabana kuvvet kaçan bir tavşan, o ağaçtan bu ağaca uçup duran kuşlar ıssız ve sessiz dağ hayatının en güzel şarkılarını besteliyor.

• Hamza dağında kayboldum

Kayanın üzerinde ne kadar oturduğumu hatırlayamıyorum. “Doktor tabiatın” muayenesinde geçen tedavi süresini bilemiyorum. Birden kendime geldim. Ağzımın kuruduğunu, biraz acıktığımı hissettim. Hemen yanı başımda bir kar kümesini fark ettim. Üzerini temizledikten sonra bir avuç karla susuzluğumu, şifalı otların tadına bakıp açlığımı giderdim. Zehirli ve zararlı olabileceği aklıma gelmedi, fakat olsun, dağların zehri şehrin balından daha tatlıydı bana göre…

Öleceksem dağların zehirli otları ve karıyla öleydim.

Fakat şimdi bir sorun var. Yol arkadaşlarımla bağlantıyı kopardım. Kayboldum.

Zirvelerden aşağı inmeliyim. Vakit çok geçti.

Acaba arkadaşlarım nerede? Ne kadar uzaklaşmış ve onlar hangi yöne gitmişler?

Onların derdi mantar... Onlar ne kadar mantar bulur ve şifalı ot toplarsa o kadar mutlu olacak. Beni merak edip etmediklerini de bilmiyorum.

Zirveden aşağı doğru inmeye başladım. Bir yandan da “Kazıııııııııııııııııııım! Alpaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaay!” diye bağırıyorum. Sesim karşı dağlardan yankılanıp geri geliyor.

Korktuğum başıma geldi. Hiç biri sesime cevap vermiyor. Kayboldum işte! Nerede olduğumu bilmiyorum ve yönümü kaybettim. Hava da yavaş yavaş kararıyor, yağmur yüklü kara bulutlar karşı ufuklarda belirmeye başladı. Yağmur geliyor, belliydi…

• Hüngür hüngür ağladım!

Dağ ve zirve tutkusu başıma iş açtı.

Bir yandan arkadaşlarıma sesleniyor, bir yandan da çılgınlar gibi aşağı, dere tarafına doğru iniyorum. Artık mantar da şifalı otlar da umurumda değil.

Burada kaybolursam, yağmurların altında kalırsam, hasta olursam ne yapacaktım? Anneme ben ne diyecektim?

Yok, hayır, hiç kimsecikler yok. Etrafta insan suretinde kimseyi göremiyorum.

Bir kayanın üzerine oturup hüngür hüngür ağladım! Evet ağladım! Neden, erkekler ağlamaz mı? Nasılsa kimsecikler yanımda yok. Kim duyuyor biliyor benim ağladığımı? Kuşlar gelip size mi söyleyecek? Keklikler gelip size haber mi verecek?

Ağladığımı söyleyeyim ki “düşmanlarım” sevinsin mi?

• Keklik bana yol gösterdi!

Artık umudumu kaybettim. Kimden yardım alabilirim ki? Nereye gideceğimi bilmez bir şekilde kara kara düşünürken bir keklik yanıma yaklaştı. “Keklik kardeş arkadaşlarımı kaybettim, gördün mü?” diye sordum.

Keklik, “Ağlama Alişan kardeş, ben seni arkadaşlarına götürürüm” dedi ve bana yol gösterdi! Arkadaşım kekliğin peşine düştüm, yaklaşık yarım saat sonra dereye yakın bir yerde bir karartı gördüm. Sanırım bu yeğenim Alpay’dı. Avazım çıktığı kadar bağırdım: “Alpaaaaaaaaaaaaaaaaaay!”

Kurtulmuştum!

Teşekkürler Keklik kardeş! Allah razı olsun.

Alpay çok kızgındı:

“Dayı nerelere kaybolduk, seni çok merak ettik, neden bizden ayrıldın?”

• Sadece bir mantar

Kazım ise başıma gelenlerden habersiz sürekli şifalı ot topluyor.

Baktım, Alpay’ın elinde kocaman bir mantar!

Çok şükür bir tane mantar bulmuşlar. Bu kadar yorulmamıza, gezmemize değmişti. Koca dağlarda bula bula sadece bir tane mantar bulmuşlar.

Bizden önce yüzlerce insan gelip bu dağlarda mantar aramış, hepsini söküp götürmüşler, bize de hiç bırakmamışlar.

Ne olacak, vicdansızlar!

İnsan geride kalanlara, kendilerinden sonra geleceklere bir tane mantar bırakmaz mı? Arta kalan enerjimizi de beddua ederek harcadık.

• Mağaraya sığındık

Güneş çoktan kaybolmuş, gök gürlemeye başladı. Birazdan yağmur bastıracak. Sığınacak bir yer bulmamız lazım. Gözümüze yukarılarda bir mağara ilişti. Hemen Alpay ile birlikte mağaraya doğru çıktık ve kendimizi emniyet altına aldık. Ancak Kazım gelen yağmura aldırmadan torbalarını şifalı otlarla doldurmaya devam ediyor.

Vakit öğleni geçmiş acıkmıştık. Yağmur dindikten sonra tekrar dere kenarına inip öğlen yemeğimizi yedik.

• Düştüm, yine düştüm!

Öğleden sonra biraz daha ileriye gidip sonra geri dönüş yolculuğu başlayacaktı. Yağmur zemini çamur yapmış, kayaları kaygan hale getirmişti. Ayaklarımızda derman da kalmadığı için daha dikkatli olmak zorundaydık.

Artık benim de yavaş yavaş düşme vaktim gelmişti. Bundan tam iki yıl önce Karlık dağlarında ışkın toplamaya geldiğimizde dönüş yolunda düşmüş sol kolum kan revan içinde kalmıştı.

Düşeceğim aklıma geliyordu. İçimden bir his bu kayalardan birinden aşağı yuvarlanacağımı söylüyordu. Aradan çok zaman geçmedi, aklıma gelen başıma geldi. Yine sarp bir kayanın üzerinden inerken sağ ayağımı muallâkta olan bir taşın üzerine attım, asayla da yerden güç alıp aşağı atladım, ancak o anda üzerine bastığım taş kayınca hâkimiyeti kaybettim. Acılar içerisinde bağırdım:

“Alpay çak koş, düştüm!”

• Beni kim kıskandı

Sol kolum ve elimi karnıma tutup öylece kaldım.

Bakamıyorum.

Yaranın büyük olmasından endişe ediyorum. Vücudum sıcak olduğu için acıyı bire bir hissedemiyorum.

Bana nazar değmişti!

Kim bilir belki de benim kadar gezemeyen ve fotoğraf çekemeyen kıskanç Malatyalı fotoğrafçıların gözü değmişti! Eğer öyle ise onların da objektifleri kırılsın!

• Dönüş başladı

Moralim çok bozuldu. Düşüp elimi yaralamıştım, yağmur iyice bastırmıştı ve en kötüsü sadece bir tane mantar bulmuştuk.

Neyse buna da şükür!

Alpay, bulduğu mantarı gözü gibi saklıyor. Alpay’dan mantarla birlikte bir resim çektirmek için izin istedim. Zar zor izni alıp şöyle yakışıklı bir poz verdim! Bunu da yayınlayıp herkese hava atacaktım. Kim bilecekti mantarı kimin bulduğunu?

Artık geri dönüş başladı. Dereyi geçip ters taraftaki karşı dağların yamacında yürümeye başladık. Mantar araya araya aracı park ettiğimiz Mahmutlar mezrasına döndük.

Ancak yarı yolda şiddetli bir yağmur bastırdı.

Sığınacak ne bir mağara ne de bir ağaç altı bulabildik. Artık olan olmuştu. Yorgun, bitkin ve sırılsıklam bir şekilde kendimizi üç haneli Mahmutlar mezrasına attık.

Bir mantar uğruna dağları aşmış, yuvarlanmış, ıslanmıştık.

Değmiş miydi?

Değer miydi?

O gün bugündür Alpay’dan haber çıkmadı. Mantarı sakladı mı yedi mi, onu da bilmiyorum.

Yorumlar (0)

Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!

Yazarın Diğer Yazıları

Güz vaktinin diyarı: Arapgir
20 Kasım 2025 09:49

Gündüzbey’in sonbaharı neden farklıdır?
12 Kasım 2025 09:49

Altaylardan Akçadağ’a halı dokuma sanatımız
27 Ekim 2025 09:49

Sincaplar arası birinci dünya savaşı
08 Ekim 2025 09:49

Nemrut… 40 yıl önce 40 yıl sonra
19 Eylul 2025 09:49

93 Harbi, Gönenli Zeki Baba, Edirne gezisi ve "iyilik yapmak"
06 Ağustos 2025 09:49

Reyhan Cenneti: Arapgir
20 Temmuz 2025 09:49

Şehir Hayatı, Kültürel Yozlaşma ve Biz
06 Haziran 2025 09:49

Beydağı bir tutkudur, kara bir sevdadır
25 Mayıs 2025 09:49

Kürne Mağaraları ve Şükrü Amca’nın mağara evi
06 Nisan 2025 09:49

Çiçek geldi, Eşi Çınar’a 25 Gün Sonra Kavuştu
27 Mart 2025 09:49

Kadiruşağı Köyü ve Akseki’ye tırmanış
05 Mart 2025 09:49

Gündüzbey… Çocukluğum… Ayranlı köfte… Koko’nun yeri
22 Şubat 2025 09:49

Porgalı Kezban Teyze ve “Kimliksiz Hakikatler”
21 Şubat 2025 09:49

BİR RADYO...
13 Şubat 2025 09:49

6 Şubat’ın ölenleri ve kalanları
04 Şubat 2025 09:49

Yağsa da bir yağmasa da...
02 Aralık 2024 09:49

Bir edebiyat çocuğu: 'Vınnık Cegeti'
11 Ekim 2024 09:49

Malatya’da alıç mevsimi başladı
29 Eylul 2024 09:49

Ah Gündüzbey’im ah!
23 Eylul 2024 09:49

İstanbul’da kalender bir esnaf: Pala Dayı
30 Ağustos 2024 09:49

Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur: 40 yıl sonra gelen tarihi buluşma
15 Temmuz 2024 09:49

Basak Köyü’nde bir aşk hikâyesi…
21 Haziran 2024 09:49

Bir tarihi konak, bir tarihi adam
29 Nisan 2024 09:49

Hamido neden şehit edildi?
21 Nisan 2024 09:49

Nerede o annemin yaptığı bilikler!
12 Şubat 2024 09:49

Bana eski şehrimi verin, yenisi sizin olsun
26 Ocak 2024 09:49

Var mı itirazı olan?
07 Ocak 2024 09:49

Sandıktan çıkan bir fotoğraf
27 Aralık 2023 09:49

Sancımız hafif mi, orta mı, ağır mı?
17 Aralık 2023 09:49

Hasta oldum
13 Aralık 2023 09:49

Bir yangının külünü yeniden yakmayın!
09 Ağustos 2023 09:49

Verçenik Yaylası Kaçkar Dağlarında bir Malatyalı
06 Ağustos 2023 09:49

Şavşat Karagöl ve Tuğra Otel
02 Haziran 2023 09:49

Bilmezdik
13 Nisan 2023 09:49

Altaylar’dan Banazı’ya halı ve kilim sanatımız
03 Şubat 2023 09:49

Tüm Yazılar