Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı olarak hem akademik üretimleri hem de mesleki etik alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan Prof. Dr. İrvan, sektörde yaşanan dönüşümün üniversitelerdeki gazetecilik eğitimi üzerindeki etkilerini ayrıntılı biçimde açıkladı. Prof. Dr. İrvan, gelişen teknolojiler karşısında nitelikli haber üretiminin her zamankinden daha kritik hale geldiğinin altını çizdi.
“Gazetecilik eğitimindeki en görünür kırılmayı dijital teknolojiler yarattı”
-İletişim bilimi ve gazetecilik eğitimi en çok hangi dönemlerde dönüşüm geçirdi?
Bu dönüşümü insan yaşarken çok fark edemiyor. Bir çocuğun büyüdüğünü fark etmediğiniz gibi eğitimin dönüştüğünü de içinde yaşarken çok göremiyorsunuz. Ancak dışarıdan bir göz ile görmek mümkün. Gazetecilik eğitimindeki en görünür kırılmayı dijital teknolojiler yarattı. Basılı gazetecilik döneminden sonra dijital dönüşümle birlikte internet dediğimiz bir alan devreye girdi. Biz de bu dönüşümü zamanla anlamaya çalışıyoruz çünkü sürekli bir yenilik söz konusu. Yapay zekâ çıktı ve onunla baş etmeye çalışıyoruz. Teknolojik olarak çok hızlı bir dönüşüm var. Bu dönüşümü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın Teknolojik Belirleyicilik teorisi ile açıklayabiliriz. McLuhan “Araç iletidir” diyor çünkü ne yapacağınızı, nasıl bir eğitim vereceğinizi biraz da teknoloji belirliyor. Biz de şu anda ona ayak uydurmaya çalışıyoruz.
-Dijitalleşmenin gazetecilik pratiği üzerindeki etkileri nelerdir?
Hem iyi hem de kötü yanları var. Örneğin yurttaş gazeteciliği gibi yeni formlar ortaya çıktı. Bu dönemde herkes kendini gazeteci gibi görebiliyor. Dijital dönüşümle birlikte yeni gazetecilik pratikleri ortaya çıktı. Mesela sosyal medyada habercilik yapan, bu yolla hayatını kazanan insanlar var. Dolayısıyla formlar da değişti. Eskiden haber 5N1K dediğimiz, ters piramit tekniğiyle yazılırdı. Şimdi bunlar önemini yitirdi; tek cümleyle haber anlatanlar bile var. Bir platformda var olmak istiyorsanız o platformun yapısına uygun içerik üretmeniz gerekir. Televizyonda haberi gazetede olduğu gibi aktaramazsınız: Görüntü ağırlıklıdır. Ona uygun bir dil kullanmanız lazım. Radyo, ders veya sosyal medya için ayrı bir dil kullanmanız lazım. Medyanın tüketicisine ya da kullanıcısına uygun bir içerik üretmeniz gerekiyor.
“İletişim fakülteleri kendini güncelliyor; yapay zekâ dersleri bunun örneği”
-İletişim fakültelerindeki gazetecilik eğitiminin günümüz medya ihtiyaçlarına uyumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gazetecilik eğitiminin durumu ve geleceğiyle ilgili “Eğitim sektörü mü, sektör eğitimi mi etkiler?” tartışması hep vardı. Akreditasyonun olmadığı dönemlerde sektöre giden öğrenciler hep şöyle bir şeyle karşılaşıyordu: “Okulda size hiçbir şey öğretmediler mi? Haber yazmayı bile bilmiyorsunuz”. Akreditasyon süreciyle birlikte sektörle aramızda köprü kurmaya başladık. Ancak yeni teknolojiler ortaya çıkıyor ve üniversitelerin elde edebilmesi o kadar kolay değil. Yani burada bir mekânı değiştirip yeni bir mekân kurmaya kalksanız bir sürü izin ve bütçe gerekiyor. Yani üniversitelerde bunun altından kalkmak çok kolay değil. Dolayısıyla teknolojiyi biraz geriden takip etmek durumundayız ama teknolojiye de esir olmamak lazım. Önemli olan haberin üretilmesi ve yapısının değişmemesidir. Bizim bunu yapmayı öğretmemiz lazım. Öğretebiliyorsak eğer başarıya ulaşırız. İletişim fakültelerinde teknoloji kullanımını da öğrencinin bilmesi lazım, onu da elimizden geldiğince yapmaya çalışıyoruz.

-İletişim fakültelerinde verilen eğitim, günümüz medya ihtiyaçlarına cevap verebiliyor mu?
Eğitimi tabii ki sürekli geliştirme noktasındayız. Yeni dersler koyuyoruz, mesela sizin bölümünüzde de gördüğüm kadarıyla yapay zekâ dersi konulmuş. Öğrencilerimiz yapay zekâyı madem bu kadar çok kullanıyor o zaman yapay zekâyı nasıl daha doğru kullanabileceklerini de öğretelim. Yeni bir pratik ortaya çıktığında ona adapte olalım ve öğrencilerimizi de adapte edelim. Bizler de kendimizi güncellemeye, öğrencilerimizi günün koşullarına uygun biçimde yetiştirmeye çabalıyoruz. Türkiye özelinde iletişim fakültelerinde bu konuda iyi bir sınav verildiğini de düşünüyorum.
“Etik zayıfladıkça, iyi gazetecilik ölüyor”
-Gazetecilik etik kuralları çerçevesinde düşündüğünüzde günümüz haberciliği hangi noktadadır?
Mevcut etik kurallar sektörün içinden, mesleği yapanlar tarafından üretilmiş ilkelerdir. Habercilik pratikleri içinde yanlış giden şeylere karşı üretilmiştir. Dolayısıyla yeni sorunlarla birlikte yeni etik kurallar da geliştirmek gerekiyor. Şu an sosyal medyada gazeteciler var olmak istiyor. “Influencer gazetecilik” diye bir şey ortaya çıktı. Artık sadece klasik anlamda bir gazetecilik yok. Genç kuşakla eski gazeteciler arasında bir uçurum oluştu. Genç kuşak etik kurallarla çok ilgilenmiyor. Gazeteciliği para kazanmaya yönelik yapıyorlar, reklam da alıyorlar. Onlar etik açıdan bizim onaylamadığımız pratikler, en büyük çatışmamız oradadır. Ancak etik ilkeler, mesleğin nasıl daha iyi olması gerektiğine ilişkin ilkelerdir. Bunlardan vazgeçtiğimiz zaman aslında gazetecilik itibarını yitiriyor. Etik zayıfladıkça, iyi gazetecilik ölüyor.
-Tık haberciliği gibi gazetecilik etik kurallarını ihlal eden uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hız ve haber üretimi çok fazla, insanların ayrıntılı haber okumak yerine haberlere bakıp geçtikleri bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla kaydırırken ayrıntıya bakılmıyor, bir bakıp geçiliyor. Biz buna terminolojik olarak "bak-geç gazeteciliği" dedik. Ben buna kötü gazetecilik diyorum. Aslında bu iyi gazeteciliği de öldüren bir gazetecilik. Diyelim ki siz bir haber yapacaksınız, sahaya gittiniz, bir gününüzü harcadınız, emek verdiniz. Ama diğer taraftan bir başkası diyor ki senin yaptığın işi bir cümleyle ben anlatabilirim, zaten okur da benimkini takip ediyor. Hatta bu şekilde habercilik yapanın takipçisi de senin takipçinden fazladır. Dolayısıyla senin ulaşabileceğin kitleyle onun ulaştığı kitle çok farklı. O senin yaptığın işi değersizleştiriyor dolayısıyla bu biçimdeki bir gazetecilik zamanla çöp içerik üretmeye başlıyor. Artık genel olarak gerçeğin bir anlamı kalmadı. Gerçek dediğimiz şey, hakikat sonrası zamanda inandığımız şeydir. Gerçek inandığımız şeyden ibarettir diyoruz.
“Akreditasyon eğitimin kalitesini gösteren bir belgedir”
-Akreditasyon süreçlerinin iletişim fakülteleri için önemi nedir?
Akreditasyon eğitimin kalitesini gösteren bir belgedir. Eğer bir kurum akreditasyon almışsa, akredite olmuşsa bu kurumda verilen eğitim, standartları karşılıyor demektir. Standart dediğimiz, belirlenmiş birtakım ölçütlerdir. Bu ölçütler kapsamında öğrencilere, altyapıya, derslerin nasıl verildiğine, sınavların nasıl yapıldığına ve bunların objektif ölçülebilir olmasına bakıyoruz. Aslında bölümler, programlar kendisini değerlendirebilir fakat akreditasyon bir dış gözdür. Yaptığımız işin sürdürülebilir olmasıdır. Diyelim ki siz bir konuda şikayetçi oldunuz, bu düzeltildi mi? Onun takibinin yapılması lazım. Biz aslında bunların oluşması için aracılık yapıyoruz. Bütün hikâye, öğrencinin aldığı eğitimin kalitesinin artırılması ve daha iyi bir eğitimin verilebilmesidir. Çünkü akredite olmuş bir üniversiteden mezun olup bir işe başvurduğunuzda karşı taraf sizin aldığınız eğitimin en azından kalite güvencesine sahip olduğunu görür. Bu da size avantaj sağlar.
- Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Öğrencilikte ne kadar çok şey yapabilirseniz o kadar kârdır. Haber, röportaj ve özel haberler yapın; sürekli kendinizi geliştirin. Burada kendinizi ne kadar geliştirirseniz mezun olduğunuzda kendinizi o kadar dolu ve alana hazır hissedersiniz. Hiçbir şey yapmadan, röportaj yapmadan, haber yapmadan sahaya çıktığınızda o zaman sıfırdan başlarsınız. Kütüphaneyi bol bol kullanın ve kitap okuyun. Mezun olana kadar heybeyi doldurmanız gerekiyor. Öğrenciler heybeyi ne kadar iyi doldururlarsa o kadar başarılı olurlar.
Muhabir: Rabia Kocayiğit



YEŞİLYURT'TA TARİHİ GEÇMİŞ ÜRÜNLERE KARŞI SIKI DENETİM!































