Sevgili kardeşim; Evvela mahsus selam eder sonra o mübarek gözlerinden öperim.
Nasılsın iyi misin?
Yengem nasıl çocuklar nasıl?
Burada havalar soğudu, orada havalar nasıl?
Beni soracak olursan, hiç iyi değilim.
Neden diye sorma?
“Bilmiyorum, kendimi hiç iyi hissetmiyorum
İçim daralıyor…
Gurbet sıkıyor artık. Bunalıyorum. Sanıyorum bunun adı özlem…
Hiçbir şeyin değerini elimizdeyken anlayamıyoruz. Ne zaman kaybediyoruz ne zaman uzak düşüyoruz o zaman kıymet bilmeye başlıyoruz. Gurbet her şeyin değerini anlamamızı sağlıyor.
Gurbet nedir bilir misin?
Gurbet öyle menem bir şey ki;
Hani ağlamak istersin gözlerinden yaş gelmez ya,
Hani gülmek istersin yürekten gülemezsin ya…
Hani birini beklersin o hiç gelmez ya….
Özlüyorum biliyor musun?
Çocukluğumu özlüyorum çocukluğumu!
Düştüğümde kanayan dizlerimi özlüyorum.
Mahallenin dert dinleyip yol göstereni “Güzin” ablası, aynı zamanda mahallede olup biteni öğrendiğimiz, gelen mektupları aldığımız mahallenin emanetçisi, işten erken gelince uğrayıp sohbet ettiğimiz bakkallarımı özlüyorum…
Okuldan gelip çantamı kenara atarak mahalleye daldığım günleri, dondurmacı Abdo Dayının peşinden koşarak kan ter içinde kaldığım günleri, derelerde çimdiğim, horoz şekeri, kaynana şekeri, elmalı şeker yediğim, sülü deynek, hollik, hombek, develeme, bilye oynadığım günleri, bazen de yaramazlık yapıp babam eve gelmeden korkudan uyuduğum günleri özlüyorum. Soğuk ve karlı kış günlerinde su çeken ayakkabılarımın ıslattığı çoraplarımı sınıfın ortasına kurulmuş varilden bozma sobanın etrafında, sobaya dokundurarak kurutmaya çalıştığım bu arada çoğu naylon olan çoraplarımı yaktığım ve sınıfa tarifi imkansız kokuların yayıldığı o ilk okul günlerini özlüyorum.
Mahallemi özlüyorum mahallemi…
Anlıyor musun!
Tüm mahallenin kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu, nineli dedeli hep birlikte üstü açık kamyonlara binerek Venk’e, Horata’ya, İnek Pınarına, Takaz’a gittiği günleri özlüyorum. Annemin yerler mühürlendi hadi eve gel demesini özlüyorum.
Her Mart ayında Kernek suyunun büyük bir patlamayla yeryüzüne çıkışını ve salına salına derme suyuyla kolkola Malatya’lıların hizmetine amade oluşunu özlüyorum.
Kernek suyu derme suyuyla kucaklaşıp salına salına akarken Kuloğlu Muhammet Dayımızı kandırıp suyun önüne setler çekip buna da “ dereyi şişirmek” diyerek kanal boyunu butik plaj haline getirdiğimiz o sıcak ve samimi günleri özlüyorum.
Ailece yediğimiz bayram yemeklerini onlarla birlikte geçirdiğim o bayramları özlüyorum.
Lezzet lokantasındaki “gelelli kebabı” nı özlüyorum.
Temmuz sıcağında berberlerin, kapı yerine karasinek’lere önlem için perde niyetine astıkları renkli boncuklarla süslü, sallandıkça sürtünüp şakırdayan boncuk seslerinin melodisini özlüyorum.
"Demirbank hayırlı günler diler" diye güne başlayan, yurttan sesler korosuyla devam eden tek kanallı radyomu özlüyorum
Vahi Öz’ü, Mualla Sürer’i, Öztürk Serengil’i kısaca siyah beyaz filmleri özlüyorum.
Hürriyet Parkında, hatırlı misafirleri gelince “ağabeylerimin örtüsünü değiştirin” diye talimat veren her zaman güler yüzüyle hatırladığım Zaza Cemil abimi özlüyorum.
…
Keşke hep çocuk kalsaydım da; düştüğümde dizim kanasaydı, oyuncuklarım kırıldığında hep ağlasaydım…
Mektubuma son verirken selam eder gözlerinden öperim…
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına…
































