reklam
ALTIN
 
DOLAR
 
STERLİN
EURO
 
reklam

Anadolunun kuş uçmaz kervan geçmez misali yol iz olmadığı , ulaşımın at eşşek sırtında yapıldığı zamanlarda bir kadim topluluk yaşarmış. "GERİMTER" şimdiki adı "BALABAN" benim memleketim.

Geçmişimize dönüp baktığımızda atalarımızın nesilden nesile aktardığı , araştırma ve tezlere konu olan örf, adet ve gelenekleri ile bir kültür şehridir. Darende-Balaban her yönüyle yakınlarındaki yerleşim yerlerinden farklı olduğu bilinir.

Gün geçtikçe maddi, manevi değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Kültür erezyonu yaşanıyor. Bunların en önemlisi sofra ve yemek geleneğidir.

Yemek kültürü bir milletin kimliğidir.

Yeme alışkanlığı öncelikle yaşanılan coğrafya ile ilgilidir. İklim koşulları bölgede üretilenler yöresel yemek çeşitliliğini belirler.

Küreselleşen dünyada teknoloji ile anında istediğimiz bilgiye ulaşmak kolay. Kültür alışverişi ile herkes her yemeği yapabilir. Ama bazı yemekler o bölgeye, hatta o yöreye aittir. Şehir ve kırsalda bile farklılık gösterir.

İlçemiz Darende ile Balaban yemeklerinin bir çoğunun ya ismi ya da yapılışı farklıdır. Hatta Darendeli bir Balaban yemeğini bilmeyebilir. Önceki yıllarda Sivas'a , şimdi ise Malatya'ya bağlı olan Darende-Balaban iki ilimizin mutfağıyla benzerliği çok azdır. Analarımız "her evin bir soğan doğraması olur" diyerek doğru tespit yapmışlardır.

Yöresel yemeklerimizin çoğu unutulmuş, ya da unutulmaya yüz tutmuştur. Yemeklerimizi biz yapıp çocuklarımıza da öğreteceğiz ki gelecek kuşaklara aktarabilelim. Toplumun temelini oluşturan ailede örf, adet, gelenekler uygulanarak yaşatılır, çocuklara ilk eğitim ailede verilir, değişim de ailede başlar.

Toplumun özünü oluşturan yaşam tarzı yerini taklide ve özentiye bırakınca, toplumsal değerlerimiz yok olmaya başladı. Eskiden yiyecekler istediğimiz zaman bulunmazdı. Meyveler, sebzeler mevsiminde kurutularak salamura, turşu, reçel ve pekmez gibi yiyecekler yapılarak saklanırdı. Örneğin; et, lahana, pürpürüm (semiz otu) bile kurutulurdu. Kışın kış, yazın yaz yemekleri yapılırdı.

Kırsalda geçim kaynağı hayvancılık ve tarım olunca buğday, et, süt ürünleri ve meyve-sebzelerle çok zengin yemek çeşitleri yapılır. Analarımız yerde, dalda yenilebilir ne yetişmişse değerlendirmişler. Kadınlarımız çalışkan, idaresini bilir, kanaatkardır. Her ne kadar "endeze olursa el öğünür" dense de yoklukta idare ederek lezzetli yemekler yapmak da bir sanattır. Analarımız yoğu var eder, yufka ekmeği yağda kızartıp yine yufka ekmeğe dürüm yapar, bir öğün çıkartırlar. Bizde insana değer verilir. Misafir baş tacıdır, çok önem verir, en güzel yemekleri misafirlerimize yaparız. Her evde inek, koyun, tavuk, keçi beslenirdi. Telefonların olmadığı, "müsaitseniz annem gil size gelecek" diye haber gönderildiği yıllarda hemen bir tavuk kesilir, yemek yapılırdı. Az gelen hatırısayılan misafire "ağır misafir" denilirdi. "Misafir, umduğunu değil, bulduğunu yer" sözü uygulansa da, varsa kuzu, kıdık kesilirdi. Akraba, yakın komşular habersiz gelebilirdi. Allah ne verdiyse yenir içilirdi. Yeme içmeye mi geldik, bir tatlı dil güler yüz yeter derlerdi.

Balabanda yaşadığımız yıllarda hatırladıkça gülümsediğim bir anımı paylaşmak isterim.

Komşumuza misafir gelecekmiş. Tavuğu eline alıp sokağa çıktı. Kapının önünde gelen geçene şu tavuğu keser misin ? Diyordu. Kimi ben kıyamam, kimi ben kesemem diyordu. Tam tavuğu keserim diyen birini bulmuşken tavuk nasıl olduysa kadının elinden kurtuldu, ardına bakmadan adeta uçarak kaçtı. Aayy, vaayyy, amaaann, yamaann, demeye kalmadan tavuk köşeyi döndü. Arkasından gülenler, yakalamak için koşanlar derken komşum ile göz göze gelince çok üzüldüğünü farkettim. Ne yapsam dedi. O arada aklı başında, yol yordam bilen başka bir komşumuz "bir tavuk veririm, kestir." dedi. Essah mı ? Allah senden razı olsun ! Anana babana rahmet. Ben sana yumurtlayan bir tavuk alır veririm. dedi. Hani nerde o güzel insanlar ? Nerede o bulunmaz komşuluklar.

Toplumlar kendi kültürleri ile vardır. Bu varlığı sürdürmek bizlerin elinde . Yöremizin geleneksel lezzetlerini yaşatmak için birey olarak elimizden geleni yapmalıyız. Bildiklerimizi çocuklarımıza aktarmalıyız. Annelerimiz kız çocuklarına yemek yapmayı küçük yaşta öğretirlerdi. "Yaptığın bana kâr, öğrendiğin sana kâr " derlerdi. Güzel bir atasözü ile başladığım yazımı bitirirken sofralarınız bereketli, ağzınız tatlı olsun...

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.