ALTIN
 2.468,19
DOLAR
 32,4306
STERLİN
40,3674
EURO
 34,5013


       31 Mart 2024 te yapılacak olan yerel seçimler için seçim süreci başladı. Siyasi partilerde aday adaylığı yarışı tüm hızıyla devam ediyor. Seçim takvimine göre açıklanacak adayların isimleri.
        Bundan tam otuz üç yıl önce bu günlerde, 24 Mart 1989 da yapılan yerel seçimlere hazırlanıyordu ülke.
       “Aday adaylığı müracaatları başladı. O zaman CHP yoktu Sosyal Demokrat Halkçı Parti vardı. Doğanşehir Belediye Başkanlığı için  partimizden dört kişi aday adayı olmuştuk. Benim dışımdaki aday adaylarının arasında, çok samimi bir arkadaşımın babası, rahmetli Yakup Aydın Amca. Bir başka aday meteorolojiden emekli memur Vefa Erdoğan Ağabey, dördüncü aday adayı da emekli öğretmen Şükrü Karaaslan’dı.
        Aday adaylarının tanıtımı için düzenlenecek toplantı salonuna toplantı saatinden birkaç saat önce, üzerinde adımın yazılı olduğu güzel bir çelenk göndermiştim. O gün ilçe başkanlığı, yönetim kurulunu ve partinin kanaat önderlerini toplayacak, bizler de aday adayları olarak hem kendimizi tanıtacak, hem de belediye başkanı seçilmemiz durumunda programımızı ve projelerimizi anlatacaktık salondaki partililerimize.
        Aday adayı olmama gösterilen ilk tepkiyi partiye gönderdiğim çiçeğin ilçe yönetim kurulu üyelerinden genç biri tarafından parçalanarak parti dışarısına atılmasıyla yaşadım. Şahsıma yapılan oldukça yakışıksız bir davranıştı, bu durum çok ağırıma gitmişti ama sonuçta bu partiye girmiştim, aday olacaktım. Bu tür olumsuzluklar karşısında da gerekli olgunluğu ve hoşgörüyü gösterme gibi bir sorumluluğum olmalıydı. Bu çirkin olayı içime sindirememiş olsam da duygularımı dışa yansıtmadan olgunlukla karşılamaya çalıştım ve çok da dışa vuran bir tepki göstermedim. “Olur böyle şeyler, genç arkadaşımız öfkesine hâkim olamamıştır, bu durumu onun gençliğine sayıyorum” gibisinden düşüncelerle ortamı çok germemeye çaba gösterdim.
         Aynı gün öğleden sonra toplanıldı. Belediye iş hanının yaklaşık 50-60 kişilik bir salonunda panel masası gibi düzenlenmiş bir masa vardı. Bizler aday adayları olarak kendimizi tanıtacak, programımızı aktaracaktık. Onlar da bize sormaları gereken sorularını soracak, dilimiz döndüğünce yanıtlayacaktık. Hazırlanan masanın en ortasında ilçe başkanı, sağında iki aday adayı, solunda da iki aday adayı olmak üzere biz aday adayları da aynı masada oturuyorduk. Adayların tam ortasına oturan ilçe başkanı rahmetli Vakkas Bozkurt, önündeki cılız sesli bir mikrofonla salondaki kalabalığa bizleri teker teker tanıttı. Bize söz hakkı verecek, konuşmamıza başlayacak kendimizi tanıtacaktık.
         Daha toplantı başlamamıştı, tam da o esnada salondan bir ses yükseldi, el kaldıran partili bir vatandaş ilçe başkanından konuşmak üzere söz hakkı istiyordu. Adını dahi bilmediğim söz isteyen adamın simasını görmüştüm ama çok ayrıntılı ve yakından tanıdığım biri değildi…           Adamın, ilçe merkezine 2-3 km. ötede( Doğanşehir’in şimdiki taşındığı bölge), ana yola yakın ve 8-10 evin bulunduğu ilçeye bağlı küçük bir mezrada yaşadığını; sadık bir partili olduğunu, o evlerin saygın ve sözü dinlenen bir büyüğü olduğunu daha sonra öğrenecektim. İlçe başkanı adama söz hakkı verdi. Adam ayağa kalktı, aksanlı bir şiveyle adımı söyleyerek partimizin beni aday göstermesi durumunda hem kendi mahallelerinden partiye oy çıkmayacağını, hem de ulaşabildikleri ve etkileyebildikleri kişileri de etkileyerek partiye oy verdirtmeyeceklerini söyledi. Salonda o an buz gibi bir hava esmiş, ben bu tepki karşısında afallamış kalmıştım. Yaşadığım olay karşısında ne diyeceğimi, nasıl bir tepki vereceğimi bilemiyordum. Yaşanan olay sinirlerimi alt üst etmiş, tüm hevesim yerle bir olmuştu. Adam sözünü bitirmiş ve yerine oturmuştu. Söz hakkım doğmuş, şahsıma yönelik bir sataşma nedeniyle kalkıp adama cevap verme sırası bana gelmişti.
         Başkandan söz istedim, ayağa kalkarak ceketimi düğmeledim:
           “Siz beni tanımıyorsunuz, ben de sizi, neden böyle bir yargıya vardınız ki? Bir topluluğun içerisinde benim aday olmam halinde partiye oy vermeyeceğinizi alenen söyleyebiliyorsunuz” dedim. Benim bu sözlerim üzerine salondaki kalabalık huzurunda aramızda diyalog başlamıştı. Adam:
           “Doğru söylüyorsun sen bizi tanımıyorsun ama biz seni çok iyi tanıyoruz. Hatta kadınlarımız, kızlarımız ve okula giden ve çocuklarımız da seni çok iyi tanımaya başladılar” dedi.
             Adamın bu sözleri üzerine ben daha da şaşırmıştım, adam konuşmasına:
            “Sen Doğanşehir Öğrenci Yurdu’nun, Şekerbank Binası’nın ve Özel İdare Binası’nın müteahhidi değil misin?” diyerek devam etti.
            “Evet…” dedim.
            “Senin, ilçeye yakın kendi kasaban Sürgü ’de akaryakıt istasyonun yok mu? Sen o kasabadan falancanın oğlu değil misin?”
             Adamın sözleri karşısında şaşkınlığım daha da artmıştı, adam neredeyse benim bütün aile şeceremi bir çırpıda sayıp dökecek, belki az sonra özel yaşamıma da girecek, biliyorsa bütün kirli çamaşırlarımı serecekti ortaya. Adamın bu sorusuna da “Evet.” dedim. Bunun üzerine devam etti konuşmasına, salondakiler pür dikkat, nefes almadan ve şaşkınlıkla ikimizi dinliyordu.
            “Senin özel bir araban var mı? Var… Her gün, neredeyse günde iki kere ve çoğu zaman da tek başına Doğanşehir’den Sürgü ’ye gidiyor ve oradan da Doğanşehir’e dönmüyor musun? Dönüyorsun…”
         Adamın bu sorusuna da “Evet.” demekten başka bir cevabım olamazdı. Söyledikleri doğruydu, saydırmaya devam etti.
            “Biz yaklaşık 10 aile ilçenin dışında ve senin yolunun üzerindeki mezrada oturuyoruz. Kadınlarımız kızlarımızla ve ilçedeki okula yürüyerek gelen çocuklarımızla, ellerimizde yükler olduğu halde karda kışta, yağmurda yaşta, ya da güneşin altında her gün o yolu yürüyoruz. Senin içinde ilçeye belediye başkanı olmak gibi bir niyetin vardı da neden bir gün olsun arabanı durdurup bizim herhangi birimizi aracına almadın? O karda kışta, yağmurda yaşta ya da güneşte, eşyalarımız ve bebelerimizle o kadar yolu yaya yürümemize neden seyirci kaldın? Bir gün olsun durup da bizi arabana almak aklına gelmedi mi?”
Adama:
          “Doğru söylüyorsun, düşünememişim,” demekten başka bir sözüm kalmamıştı.
             Adam o topluluğun içerisinde beni yerin dibine sokmuştu. Tüm samimiyetimle söylüyorum, insanlığımdan utanmıştım. Adamın penceresinden baktığınız zaman mensubu olduğum partiye ve bana yakışmayacak ve istemsiz olarak yaptığım bu davranışımı savunacak durumda değildim. Adamla yaptığımız bu diyalogdan sonra yaşadığım moral bozukluğu ile aday olmam durumunda yapmam gereken işleri de çok ayrıntılı anlatamadan sadece kendimi tanıtmakla yetinerek konuşmamı tamamladım.
         O topluluk içerisinde adamı haklı bulanlar olduğu gibi beni haklı bulanlar da olmuştu. Sonuçta: Bana göre de adam haklıydı, siyasete atılıyorsam gereklerini de yerine getirmeliydim. Siyaset hata kaldırmıyordu. O adam için yapılması gereken, hiç değilse arada bir de olsa onları aracıma alarak gidecekleri yere kadar götürmek, onları yaya yürütmemek olmalıydı. Onu düşünememiş, bir tavus kuşu gibi kibirlenerek yıllarca gidip gelmiştim o yollardan. Kibrim başıma bela olmuştu.
​        En verimli yaşlardaydım, ülke siyasetinin çok da dışarısında bir insan değildim. Siyasi deneyimi olan insanlarla oturur onların sohbetlerini ve nasihatlerini dinlediğim zamanlar olurdu. Benden yaşça büyük bir dönem milletvekilliği de yapmış olan bir ağabeyim bir sohbet sırasında siyasete atılmanın bir takım koşullarının olduğunu, halkla iç içe olmayı beceremeyenlerin siyasi yaşamda başarılı olamayacaklarını söylemiş ve bana şu öğüdü vermişti:
        “Akşam evde annesi çocuğuna yemek yedirirken kapı çalındığında gün boyu özlediği babasının eve girdiğini gören çocuk “Babam geldi!” sevinciyle yemeğini bırakıp koşarak dışarıdan gelen babasının kucağına atlamak ister. Baba, kendi öz evladına hadi oğlum/kızım elin ağzın yemek bulaşığı, gel temizleyelim ondan sonra seni kucağıma alacağım diyerek kendi öz yavrusunun babasına sarılma arzusunu kırar, onun kendisini kucaklama hevesini kursağında koyabilir. Ancak,  siyaset adamıysan ve bir köye, bir mahalleye ya da bir eve gittiğinde eli yüzü yıkanmamış, bırak yıkanmayı burun deliklerinden akan yeşilimsi sümüğü ağzına kadar inmiş; dudaklarının kenarından şörüğü akan bir çocuğu annesinin kucağında gördüğünde; o çocuğa sevgi gösteremiyorsan, çocuğu o haliyle kucaklayıp yanaklarından öpemiyorsan siyaset yapamazsın!” diye yalınlaştırarak anlatmıştı halkla yakınlaşmanın ne demek olduğunu.  
         Bu nasihat beynimin bir kenarında yer etmiş olmasına rağmen kibrim nedeniyle o köylüleri yolda giderken arabama almayı ne yazık ki akıl edememiştim.
​         Tüm siyasi partilerden Doğanşehir Belediye Başkanlığı’na aday adayı olanlara başarılar diliyorum.
 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.