ALTIN
 2.468,19
DOLAR
 32,4306
STERLİN
40,3674
EURO
 34,5013

Şirin bir sahil kasabasının merkezinde, daracık bir boğazla açık denize bağlanan balıkçı barınağı, denizden ayrılmış bir göl gibi durgun, bir akvaryum kadar berraktı. Yerel belediye, avlanmalarını yasakladığı için göldeki balıklar yem arama kaygısı taşımadan özgürlüğün tadına doya doya sürdürüyorlardı yaşamlarını.

Yerel halktan çok yazlıkçı ve günübirlikçi tatilcilerin uğrak yeri olmuştu balıkçı barınağı. Balıklara yem atan çocuklar; denize nazır banklarda oturup el işi yapan kadınlar; başını yaslayacak bir omuz bulmuş olmanın hazzını yaşayan sevgililer ve böyle alanların daimi müdavimi yaşlı emekliler berrak suda vakur bir kabadayı edasıyla salınan anaç balıkları, daha sığ yerlerde büyümeye çalışan yavruları ve anlamsızca sağa sola koşan bir yılkı atı gibi oradan oraya seğirten irili ufaklı balıkları seyrediyorlardı.

Barınağın sakin bir gününde yalnız başına bir bankta denizi seyreden yazlıkçı Cezmi Bey, kumsalda tüneyen ördek ve kazların da deniz suyuna alışık olduklarını, kimi zaman denizdeki yavru balıklarla, kimi zaman da karaya çıkıp çimenlerin arasından bulabildikleri besinlerle yaşamlarını sürdürdüklerini düşünüyordu.

Barınağa ara ara gelmesine rağmen ilk defa duyduğu “Kızlâââârrrr” diye yankılanan mikrofonik bir sesle irkildi Cezmi Bey. Aynı anda hep bir ağızdan vraklayarak karşılık verdi duvarın dibine tünemiş kazlar ve ördekler. Elindeki üç kiloluk plastik yoğurt kovasıyla kazların olduğu bölgeye doğru yürüyen adamı görünce dikkatle adamı izlemeye başladı Cezmi Bey.

​ Adamdan gelen sesi duyar duymaz, en sona kalan iki beyaz ördek dışındaki tüm ördek ve kazlar popolarını sallaya sallaya, paytak paytak yürüyerek sesin geldiği tarafa yöneldiler.

Yoğurt kovasına elini daldırıp suya yem atan adam hangisinin yemi kapıp kapamadığını çok dikkatle gözlemleyip, yeme uzanamayanların da yararlanabilmesi için dengeli bir şekilde atıyordu denize serptiği yemleri. En sona kalan iki ördek de karıştı sürüye, onlar da nasiplendiler adamın attığı yemden. Oturduğu yerden kalkarak az ötesindeki adama yaklaştı ve:

“Kolay gelsin, darı mı veriyorsunuz ördeklere?” dedi Cezmi Bey.

“Cezmi Bey’in yanına yaklaştığını sonradan fark eden adam, sesin geldiği yöne döndü, gözlüğünün üzerinden Cezmi Bey’i süzdü ve

“Darı değil, köpek maması bu” dedi sert bir yüz ifadesiyle.

“Demek köpek maması yiyorlar, ilk defa duydum, kümes hayvanlarının köpek maması yediğini” dedi Cezmi Bey. Cezmi Bey’e aldırmayan adam tekrar işine dönerek:

“Doydunuz mu çocuklar? Sonradan gelenler, siz yeteri kadar doymadınız, ayrılmayın bunlar uzaklaşsın size ayrıca vereceğim. Prematüre doğmuştunuz, o yüzden geç gelişiyorsunuz ama umduğumdan da erken ayaklandınız.”

Onları büsbütün arkadaş belleyip insani özellikler yaftalamış olmalı ki, çelimsiz iki ördeğe prematüreler diye sesleniyordu.

“Hadi yine iyisiniz en azından hayattasınız işte…Yaşıyor olmaktan mutlu değil misiniz?” dedi yemlediği kazlarla ördeklere.

“Sizi tanıyorlar” dedi Cezmi Bey,

“İletişim kurarsanız herkes herkesi tanır, önemli olan iletişim kurmayı bilmek. Benim iletişimim de bunlarla, günde iki kez, bir akşam bir de sabah her gün yemlerim, kokumdan mı anlıyorlar nedense benim yukarıdan geldiğimi görünce kafalarını çevirip boyunlarını uzatarak kıpırdanmaya başlarlar. Bir gün hiç unutmam, yazın sıcak günleriydi şu gördüğünüz bankların hepsi insan kaynıyordu, kızlı erkekli oturmuş cep telefonlarıyla uğraşıyorlardı gençler, benim, “Kızlâââârrrr…!” diye seslenmem üzerine sadece kazlar değil, sahildeki bütün kızlar da kafalarını kaldırıp bana yöneldiler.” deyince gülüştüler. ​

Kızlarını doyurup tüneklerine gönderen adam, Cezmi Bey’in oturduğu bankın tam karşısındaki banka oturdu ve başındaki balıkçı şapkasını çıkartarak yanındaki boşluğa bıraktı. Uzun saçlarını arkadan at kuyruğu yapmıştı, saçının dağılan kısımlarını da şapkanın içine sakladığı için kafasının dışındaki dağınıklık şapkasını çıkarıncaya kadar dışarıdan fark edilmiyordu.

“Adım Saffet Sırrı” dedi burnunun ucuna indirdiği maun kırmızısı entel çerçeveli gözlüğünün üstünden bakarak.

Gözlüğünü burnunun ucuna indirince fark ediliyordu sağ göz kapağının gözünü hemen hemen tamamen kapattığı “Doğma büyüme buralıyım, uzun süre Fransızca tercümanlık yaptım, İstanbul Üniversitesi filoloji mezunuyum. Emekliye ayırdım kendimi. Sağ gözüm kapalı gibi duruyor ama aslında tam da kapalı değil, sizi iki gözümle de görebiliyorum.”

“Benim adım da Cezmi, kamudan emekliyim, tanıştığıma sevindim” dedikten sonra:

“Üzülmeyin Samet Bey,”

“Samet değil efendim, Saffet, iki tane ‘f’ile…!” diye uyardı Cezmi Bey’i.

“Özür diliyorum Saffet Bey, aynı sıkıntı bende de var, sizinki kadar olmasa da benim de iki göz kapağım aşağıya düştü. Tıp literatüründe, göz kapağının gözün bir kısmını kapatacak şekilde gerekenden daha aşağıda ve sarkık olması olarak adlandırılıyor göz kapağı düşüklüğü…Altta yatan soruna ve kasların durumuna göre hafif göz kısılması şeklinde görülebileceği gibi göz bebeğini kapatacak boyutlara da ulaşabiliyormuş. Bu hastalık her yaştan insanda görülebilmekle birlikte doğumsal (konjenital pitozis) ya da sonradan gelişimli de olabiliyormuş. Neden olduğu görüş sorunları ve estetik nedenlere bağlı olarak göz kapağı düşüklüğü sorunu psikolojik sorunları da beraberinde getirebiliyormuş. Göz kapaklarındaki sarkıklık sorununa yol açabilecek pek çok etken bulunmaktaymış ve genellikle tek gözde görülürmüş. Fakat bazı durumlarda her iki gözde birden pitozis sorunu söz konusu olabilir ve buna bilateral pitosiz adı verilirmiş. Tek gözde meydana geldiğinde hastalığa neden olan etken de göz önünde bulundurularak kendiliğinden geçmesi beklenebilir ancak bilateral pitosiz hastanın gündelik hayatını oldukça fazla etkileyeceğinden derhal cerrahi müdahale gerekirmiş” Göz kapağı konusunda ayrıntılı bilgi veren Cezmi Bey’e:

“Doktor musunuz” dedi Saffet Sırrı.

“Doktor değilim, insan yaşlanınca gün geçmiyor ki vücudun her yanından sesler gelmeye başlıyor, her ağrıda her sızıda doktor kapısı aşındırmaktansa ister istemez internete bakıp bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Bu internete bakma davranışının doğruluğu ve yanlışlığı da tartışılır ya…” dedi Cezmi Bey.

“Çok da yaşlı görünmüyorsunuz” derken gözündeki gözlüğünü çıkardı “Yakını böyle daha iyi görüyorum” dedi ve gözlüğünün camını alt üst ederek ters taktıktan sonra daha dikkatle baktı Cezmi Bey’e:

“Aramızda nerden baksan on yaş var, siz benden daha gençsiniz” dedi.

Karşısındaki genç adamdan on yaş daha küçük gösteriyor olmasından mutlu oldu olmasına ama gerçek hiç de adamın dediği gibi değildi.

“Olur mu?” diye itiraz etti Cezmi Bey…Ellerdeki yaşlılık benleri, yüzün kırışıklığı, saçın sakalın beyazlığı falan derken sonunda orta yolu buldular. Cezmi Bey sekiz yaş daha büyük çıktı Saffet Sırrı’dan.

Cezmi Bey’in:

“Günde iki kere bu ördeklerle kazları beslemenin dışında ne iş yaparsınız?” sorusuna karşılık:

“On tane de kedim var evde, onun dışında da aktivistim, çevresel değerler konusunda aktivist olarak uğraşıyorum. İlçede, gerek çevre konusunda gerekse başka konularda ters giden bir şeyler görürsem sosyal medyadan tepki veriyorum, verdiğim tepkiler karşısında ilgililer daha dikkatli davranmak zorunda kalıyorlar. Bakın bu kazlarla ördekleri ben getirttim, bu balıklara avlanma yasağı konulmasını ben istedim, balıkları avlamasınlar diye şu direklerdeki kameraların konulmasını ben sağladım. Facebook’ta beş bine yakın takipçim var onlardan elli ya da yüz tanesi benim bu çalışmalarımı destekliyor, bu da beni mutlu ediyor.”

“Bu tür küçük yerlerde her şeye tepki gösteren insanları çok sevmezler, umarım fiziki şiddete uğramamışsınızdır” dedi Cezmi Bey. Gülümsedi Saffet Sırrı…

“Şu ana kadar olmadı, uzun süre dışarıda kalıp daha sonra da burada daimi kalınca bana devletin gizli adamı diyorlarmış, belki de o yüzden olmadı.”

​“Uzun süre nerde kaldınız?”

“İstanbul’da”

“Sizin için İstanbul daha iyi değil miydi? Tercümanlık gibi bir mesleğiniz de varmış” dedi Cezmi Bey.

Saffet Sırrı:

“İnsanı doğduğu topraklara bağlayan değerler vardır. Hiçbir şeye değişemeyeceğiniz bu değerler özlemlerinizdir, yaşanmışlıklarınızdır.” dedikten sonra bir müddet denize baktı ve :

“Belli ki yazlıkçısınız, daimi olarak nerede yaşadığınızı bilmiyorum ama her türlü laneti, illeti ve güzelliğiyle ayrı bir dünyadır İstanbul… Hakkını vermek gerekirse mahremiyetleri de vardır o güzel şehrin.” dedi.

Saffet Sırrı’nın sözünü kesen Cezmi Bey:

“Hangi kitabında okuduğumu şu an anımsayamadım, aynı sözü ünlü Amerikalı yazar John Steinbeck New York için söylemiş.” deyince durakladı ve kendisini bir adım geri plana iterek Cezmi Bey’e ‘Hocam’ diye hitabetmeye başladı Saffet Sırrı.

“Doğrudur Hocam, benim de bir yerlerden kazınmış olabilir aklıma. Herkesin gözü önünde kaybolan, saklanan insanların yoğunluklu olduğu yerdir İstanbul. Ama köyler ve kasabalar öyle mi? Tam tersine, delisi de orta yerdedir velisi de…Deliye de deli derler, veliye de deli derler. Son günlerde benim bu çevreye duyarlılığımı baltalamaya çalışanlar üniversite mezunu değil, diploması yok, diye dedikodu yaymaya başladılar. Diplomamın resmini yayınladım Facebook sayfamdan, bu defa da bu diplomada mühür belli değil demeye başladılar Hocam...”

“Küçük bir kasabada tek başına zor bir görev üstlenmişsiniz, bu çalışmaları bir ekiple birlikte yapsanız daha başarılı olmaz mıydınız?”

“İlçede ilk defa Çevre Koruma Derneği’ni kurdum. Seçime girdik, ilk seçimde hiç ummadığım güçler karşıma çıktı, kurucu üye olmama rağmen beni yönetime bile almadılar. Derneği bir süre açık tutarak faaliyet gösteriyormuş gibi yaptılar, sonra da kapısına kilit astılar. Siyasete atılırsam orada söz hakkım olur dedim ana muhalefet partisinin aktif üyesi ve delegesi olduğum halde ilçe yönetimine alınmadım. Önümüzdeki yerel seçimlere hazırlanıyorum. Partiden değil, bağımsız aday olacağım belediye başkanlığına, ilçenin sekiz bin beş yüz kayıtlı seçmeni var, şimdiki adam iktidar partisinden seçildi, iki bin dört yüz oy almıştı seçildiğinde. Üç dönemdir yapıyor, yeter artık bıraksın! Doymadın mı birader! Benim Facebook’ta beş bine yakın takipçim var, bu adamın aldığı oyun iki katı, şimdiden ‘sen aday ol oyumuz senin’ diyen elli altmış kişi var. Kahvelere gidiyorum, oradakilerle oturup çay içip sohbetler ediyorum, arada küfürleştiğimiz de oluyor kaynaşmak için. Onlar bana küfür ediyor ben de onlara…Küfürleşemiyorsan eşitlenmiş olamıyorsun.

Yeni gelen kaymakam önümüzdeki günlerde yapacağı güvenlik toplantısına beni de çağıracakmış, polislerden biri söyledi. Ona hazırlık yapıyorum, ilçenin sorunlarını o toplantıda dile getireceğim.

Buraya aday kaymakamları gönderiyorlar, gelen kaymakam genç ve deneyimsiz, üç, bilemedin dört ay sonra daha ilçeyi bile doğru dürüst tanıyamadan tayin olup gidiyor. Böyle küçük ilçelerin kaderi de bu Hocammm.”

Saffet Sırrı’nın, başına gelenleri anlattıkça gerildiğini hisseden Cezmi Bey, konuyu biraz da başka yönlere çekmek için:

“Evli misiniz?” dedi.

“İnanır mısınız bu işlerden evlenmeye fırsatım olmadı. Şu ördekler ve kazlarla evdeki kedilerin verdiği huzuru hiçbir şeye değişmem. Emekli maaşımı bunlarla paylaşıyor, bunları besledikçe mutlu oluyorum. Buraya gelen küçücük bebelerin kazlarla, ördeklerle yaptığı iletişimin, kurdukları göz temasının tadına doyamıyorum”

“Eğer siyaseti düşünüyorsanız ve bu ilçeye de belediye başkanı olmayı kafaya koyduysanız bu kazları değil o kahvehanede gün boyu pişpirik oynayıp boş beleş laflarla ahkâm kesen kazları yemlemelisiniz” dedi Cezmi Bey Saffet Sırrı ile vedalaşmak üzere ayağa kalkarken.

O mikrofonik ses yeniden çınladı balıkçı barınağında:

“Kızlâââârrrr…! Hadi ben gidiyorum, sabaha görüşürüz”

Prematüreler dediği iki çelimsiz ördek de dahil boyunlarını uzatarak hep bir ağızdan vraklamaya başladılar Saffet Sırrı’nın ardından.

Saffet Sırrı barınaktan biraz uzaklaştıktan sonra elindeki uzun saplı çalı süpürgesiyle çınar ağacından düşen sararmaya yüz tutmuş kızılımsı gazelleri süpüren temizlik işçisi, Cezmi Bey’e yaklaşarak:

“Dayı ne anlatıyodu o çatlak sana? Bizim buralarda ona ‘Çatlak Saffet’ derler. Aklı sıra çevre delisidir. Çevreden başka bir şey düşünmez, her şeye burnunu sokar, hangi taşı kaldırsan altından o çıkar.” dedi

“Ne yazık ki bizim ülkemizde bir uğraşının doğrudan ve anında yararı yoksa o uğraşı ve uğraşıyı verenler küçümsenir, hor görülür ve aşağılanırlar. Adam bireysel bir çabayla çevre bilinci oluşturmaya çalışıyor. İnsanların diğer canlılarla, bitkilerle ve doğayla paylaştığı yaşam alanlarına saygılı olmaları, çevrenin kirlenmemesi, doğanın katledilmemesi için kendi çapında bir uğraş veriyor, saygı duymamız gerekmez mi?” dedi ve arabasına yöneldi Cezmi Bey…

Fatih DULKADİROĞLU (14.10.2023)

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.