Toplumların engelliliğe bakışı çoğu zaman yasa metinlerinden ya da toplumsal kampanyalardan değil, evlerin içinde kurulan cümlelerden anlaşılır. Engelli bireylerin toplumsal hayatta karşılaştığı ayrımcılığın ilk filizlendiği yer ne yazık ki en güvenli olması gereken alan, yani ailedir. Birçok aile engelli bireyi koruma refleksiyle, farkında bile olmadan onu karar alma süreçlerinden dışlayarak, bağımsızlığını zedeler. Bu durum, yalnızca bireyin özgüvenini değil, toplumsal katılımını ve kişisel gelişimini de olumsuz etkiler.
Sağlamcı zihniyet ailede başlar.
Eğer bir ailede biri engelli, diğeri engelli olmayan iki çocuk varsa, ebeveynler çoğu zaman her cümleye “tek sağlıklı çocuğum” diyerek başlar.
Çünkü engelli olmayan çocuğu bir tür “hayat sigortası” olarak görürler.
Bu bakış açısı yalnızca kelimelerde kalmaz; davranışlara, beklentilere, aile içindeki rollerin dağılımına kadar sirayet eder. Engelli birey, çoğu zaman kırılgan, edilgen ve korunması gereken biri olarak görülürken; engelli olmayan çocuk hem kendi hayatını yaşaması hem de ileride kardeşinin sorumluluğunu alması beklenen “kurtarıcı” figüre dönüştürülür.
Oysa bu algı temelden yanlıştır.
Çünkü engelli olmak, birey olmayı ortadan kaldırmaz.
Her engelli birey, Bağımsız Yaşam Hakkı’na sahiptir.
Bu yazımda, sağlamcılığın nasıl toplumsal bir sorun hâline geldiğini, ailedeki tutumların bireyin yaşamını nasıl şekillendirdiğini ve engelli bireylerin Bağımsız Yaşam Hakkı bağlamında neden daha çok desteklenmesi gerektiğini tartışacağız.
Sağlamcılık Nedir?
“Sağlamcılık” (ableism), bireylerin bedensel veya zihinsel yeterliliklerine göre değer gördüğü, engelli bireylerin ise bu ölçütlere uymadıkları için dışlandığı ya da önemsizleştirildiği bir düşünce sistemidir. Sağlamcı zihniyet, çoğu zaman farkında bile olunmadan dile yerleşmiş ifadelerde ya da iyi niyetli görünen davranışlarda kendini gösterir. Bu zihniyetin temelinde, yalnızca ‘sağlıklı’ bireylerin üretken, bağımsız ve değerli olduğu inancı yatar. Engellilik ise bu perspektiften bir “eksiklik”, bir “yük” ya da bir “talihsizlik” olarak değerlendirilir.
Ailede Sağlamcılık: Gizli Ayrımcılık
“Tek sağlıklı çocuğum” ifadesi, ilk bakışta sıradan bir tanım gibi görülebilir. Ancak bu cümle, engelli çocuğun “sağlıksız”, “eksik” ya da “normal dışı” olarak algılandığını gösterir. Dahası, diğer çocuğun ‘hayat sigortası’ olarak konumlandırılması, engelli bireyin ileride bağımsız bir yaşam süremeyeceği, sürekli bakım ve destek ihtiyacı içinde olacağı varsayımına dayanır. Bu da aslında çocuğun özne olmaktan çıkarılıp nesneleştirilmesi anlamına gelir.
Aile içinde eşitsiz sevgi dağılımı, beklentilerin yalnızca “sağlam” çocuğa yüklenmesi, engelli çocuğun sürekli korunması, kollanması veya göz ardı edilmesi gibi davranışlar, bireyin özgüvenini zedeleyerek onun toplumsal hayata katılımını da sekteye uğratır.
Bağımsız Yaşam Hakkı: Lüks Değil, Haktır
Engelli bireylerin en temel haklarından biri Bağımsız Yaşam Hakkıdır. Bu hak, bireyin kendi kararlarını verebilmesi, yaşamak istediği yeri seçebilmesi, eğitim ve iş hayatına erişiminin olması, sosyal hayata katılabilmesi gibi temel yaşam alanlarını kapsar. Ancak sağlamcı bir aile yapısı, çocuğun henüz erken yaşlardan itibaren kendi adına karar vermesini engeller.
Engelli bireylerin “özel” muameleye değil, “eşit” fırsatlara ihtiyacı vardır. Ne sürekli bakıma muhtaç görülecek kadar edilgen, ne de hayranlık duyulacak kadar istisnai bir konuma yerleştirilmelidir. Her birey gibi onların da sıradan olma, hata yapma, gelişme ve kendi yaşamlarını şekillendirme hakkı vardır.
Toplumun Yansıması: Kamusal Alanda Sağlamcılık
Ailede başlayan sağlamcı anlayış, zamanla topluma sirayet eder. Okullarda “ekstra sorumluluk”, iş yerlerinde “risk” olarak görülme, kamusal alanda “yardıma muhtaç birey” algısı odaklı yaklaşımlar hep bu zihniyetin ürünüdür. Bunların hepsi, o ilk cümlede gizlidir: “Benim sadece tek sağlıklı çocuğum var.” Oysa engelliliğe bakış açımızı bireyin hakları temelinde dönüştürmediğimiz sürece, toplumsal eşitlikten söz etmek mümkün değildir.
Ne Yapmalı?
Dil Dönüşmeli: Engellilikle ilgili kullanılan dilin ayrımcı değil, kapsayıcı olması gerekir. “Engelli ama zeki”, “yine de başarılı” gibi ifadeler bile bilinçli bir şekilde terk edilmelidir.
Aile İçi Eğitim Artmalı: Ailelere yönelik bilinçlendirme programları, engelli bireyin haklarına ve potansiyeline dair farkındalık oluşturmalıdır.
Bağımsız Yaşam Modelleri Desteklenmeli: Kamu politikaları, bireyin kendi ayakları üzerinde durabileceği sistemleri (kişisel asistanlık, erişilebilirlik, eğitim ve istihdam olanakları) yaygınlaştırmalıdır.
Medya Temsili Değişmeli: Engellilik hâli bir “drama” ya da “ilham verici başarı öyküsü” dışında da var olabilmelidir.
Sözün özü olarak:
Sağlamcı zihniyet, bireyin kimliğini görmezden gelen, onun yerine sınırlayıcı bir çerçeve çizen görünmez bir duvardır. Bu duvarı yıkmak, yalnızca yasal reformlarla değil, aile içinde başlayan düşünsel bir dönüşümle mümkündür. Çünkü engelli olmak, birey olmamak anlamına gelmez. Tam tersine, her engelli birey, potansiyelini gerçekleştirebilmek için yalnızca fırsata ve eşitliğe ihtiyaç duyar. Aileler, bu değişimin ilk ve en güçlü halkası olabilir.
Birey hakları ekseninde engellilik konusunu ele alırken aile içi tutumların etkisini görünür kılmayı amaçladığım bu yazıdaki amacım, suçlayıcı değil, dönüştürücü bir bilinçle hareket etmek ve her bireyin eşit yaşam hakkına sahip olduğunu yeniden hatırlatmaktır.
Engellilik, bireyin yaşamını yeniden düzenleme ihtiyacı doğurabilir; ancak bu, bireyin değersizleştiği veya kendi hayatına dair söz hakkını yitirdiği anlamına gelmez. Tam aksine, toplumsal eşitliğin gerçek ölçütü, bireylerin çeşitliliğini kabul etmek ve bu çeşitliliği desteklemektir.
Bu yüzden dönüşüm, dışarıdan değil içeriden başlamalıdır. Ailelerin bakış açısını dönüştürmeden, yasalarda yapılan değişiklikler ne kadar iyi niyetli olursa olsun tam anlamıyla karşılık bulmaz. Engelli bireylerin haklarını konuşurken, önce kendi dilimizi ve niyetimizi gözden geçirmeliyiz.
Çünkü her birey gibi, engelli bireyler de kendi yaşamlarının öznesi olmaya layıktır.
Aileden Topluma Engellilik Algısı
Yorumlar
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren,
aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya
da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk
içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
































