reklam
ALTIN
 3.714,14
DOLAR
 38,0208
STERLİN
50,0889
EURO
 42,0049
reklam

Dört, ya da beş yaşındaydım.

Harman zamanıydı.

Mehmetşirin amcamla birlikte harman üzerine konulan düvene oturmuştuk. Bir çift öküzün döne döne çektiği düveni ilk kez sürmenin heyecanı nefesimi kesiyordu.

Ne beynimizde boza pişiren güneşin sıcaklığı, ne öküzlerin ayağından kalkan tozları solumak, keyfimi bozamıyordu.

Günlerce süren harman zamanında sabahları erkenden kalkıp düvenin başına koşuyordum.

Düven üstünde çok önemli bir görevim vardı çünkü!

Dışkısını harman içine yapmasınlar diye pür dikkat öküzlerin kıçına bakıyordum.

Öküz, kuyruğunu dikleştirip yukarıya kaldırdı mı dışkısı geliyor demekti. Elimde tuttuğum genişçe tası hemen altına tutuyordum.

Tas, tepeleme dışkı dolardı...

*****

Düven üstündeki keyifli serüvenim nihayet bir gün bitti.

Buğday taneleri başaktan ayrıldı.

Sapları un-ufak oldu...

Sıra rüzgârın esmesini beklemeye gelmişti.

Yaklaşan sonbahar ayında şansımıza o gece rüzgâr güzelce esti.

Ahşaptan yapılmış patoz* harman yerine getirildi. Tozunu yaya yaya samandan ayrılan buğday taneleri çuvallara dolduruldu.

Değirmene gidecekler bir yana, tohumluklar bir yana istif edildi. Harman altı toplanıp ayrı çuvallara konuldu...

İlk dikkatimi çeken de bu çuvallar oldu.

Yanyana dizilmiş, boyumu aşan çuvallara minicik ellerimle dokunup, anneme sordum.

- Bunlar ne olacak anne?

- Dedenin kuşları yiyecek.

- Dedemin kuşları mı var?

- Var tabi.

- Hani nerede?

- Dışarıdaki bütün kuşlar dedenin kuşları. Kışın gelip yiyecekler.

- Kış ne zaman gelecek anne?

- Kar yağınca oğlum.

O günden sonra dışarıda gördüğüm her kuşa, 'dedemin kuşu' gözüyle baktım.

Ne kadar çoktular...

Ne kadar güzellerdi...

Her birinin ötüşü, ruhuma huzur veren ilk duyduğum müzik nağmeleriydi.

Kışın gelmesini sabırsızlıkla bekledim.

Dedemin kuşlarının gelip bir an önce yemlerini yemesini istiyordum...

*****

Nihayet ilk kar yağdı.

Akşamüstüydü.

Yüreğimi yerinden oynatan bir heyecan ve sevinçle dedeme koştum.

Büyük salondaki şömineye doldurduğu meşe odunlarını tutuşturmaya çalışıyordu.

Paltosunun eteğine yapıştım.

- Dede, dede kış geldi, haydi kuşlarına yem verelim.

Güldü.

Ayağa kalkarken beni kucaklayıp başımı tütün ve çürük meyve kokan paltosunun içine gömdü.

"Sabah olsun gider veririz", dedi.

*****

O gece sabaha kadar kar yağdı.

Pencerenin yanında serili yatağımda gözümü kırpmadan dışarıda lapa lapa yağan kara baktım. Milyonlarca beyaz kelebek gökyüzünde uçarak gelip, cama vurup üst üste yığılıyordu...

Günün ilk ışığında annem sıkıca giydirdi beni. Ayağıma kendi yaptığı yün çorap, başıma bere taktı.

Dedemin evine koştum.

Beni bekliyordu sanki.

Giyinmişti. Kalın yün paltosu omuzundaydı.

Küçücük elimi kocaman, sıcacık avucuna aldı.

Üşüyen parmaklarım anında ısındı.

Dışarı çıktık.

Kar hala ince ince yağıyordu...

*****

Dedemin, evlerimizin biraz dışında hangara benzer büyük bir yapısı daha vardı.

İki bölmeden oluşuyordu.

İlk bölmesine kışlık erzakımız konulurdu.

Buğday, mısır, çavdar, arpa, un, fasulye ve nohut. Ayrı ayrı bölmeleri olan tahtadan yapılmış bir ambar içindeydi.

Koyun postlarına doldurulmuş tereyağı, çökelek, tulumpeyniri, fıçı fıçı turşular, kara kovan balı petekleri yan yana dizili bir şekilde hangarın bir köşesinde dururdu.

Daha neler neler yoktu ki...

Kurutulmuş fasulye, biber, patlıcan, çeşit çeşit yenilir otlar...

Üst üste konulmuş dolmalık lahanalar, bal kabakları...

Sepetler dolusu elma, armut, ceviz meyveleri...

İkinci bölmesi hemen hemen boştu.

Sadece bir köşesinde annemin söylediği, dedemin kuşları için ayırdığı buğday, çavdar, arpa, mısır dolu yem çuvalları konulmuştu.

İlk girdiğimde anlam veremediğim bir durumla daha karşılaşmıştım. Duvarlarda uzun ağaç dallarından sıra sıra raflar yapılmıştı. Bunların neye yaradığını bilmiyordum.

Taki o güne kadar...

*****

Karın yağdığı o ilk gün dedem, elimden tutup beni bu yapının önüne götürdü.

Yaprakları dökülmüş ağaçların üstüne bir sürü kuş tünemişti. Yağan karın ıslattığı kanatlarını ara sıra çırpıp duruyorlardı.

"Dede", dedim

- Bu kuşlar senin mi?

- Benim tabi.

"Ama istersen artık senin de olabilirler", dedi.

Sevinçle havaya fırladım.

"İsteriiiim", dedim.

Başımı okşadı.

Kahkahalar atarak güldü yine...

*****

Boş olan bölmenin tahta kapısını içeri doğru iterek sonuna kadar açtı.

Girdik.

Daha iki adım atmamıştık ki, kuşlar başımızın üstünde uçarak içeriye doldular.

Daha önceki yıllardan alıştıkları belliydi.

Kumru, sığırcık, serçe, çıvgın, çalıkuşu, üveyik, söğüt bülbülü, kırlangıç, ardıç...

Çeşit çeşit kuşlar...

Duvarlardaki ağaç dallarına kondular.

Soğuktan korunacak güvenli bir yer bulmanın sevinciyle her biri kendi dilinde cıvıldayıp durdu.

İçerisi kuş sesleriyle doldu.

Dedem, yem çuvallarının yanına götürdü beni.

"Haydi, kuşlarına yem ver, acıkmışlardır" dedi.

Ağzını açtığımız çuvaldan avuç avuç aldığımız yemi bölmenin boşluğuna serptik.

Tüm kuşlar raflardan inip taneleri yemeye başladılar.

Aralarına girip sevinçten zıplayıp durdum.

Yaşasıııın...

Dedemin kuşları artık benimdi...

*****

O kış ayları boyunca depo bölmenin kapısı hep yarı açık kaldı. Kuşlar istediği zaman girip istedikleri zaman çıkıyorlardı.

Dedemle ben her sabah gidip onlara yem veriyorduk.

Bazı günler dedemden gizli gidip onlara yem verdiğim de çok olmuştur...

*****

Bahri Kayaoğlu / Dedemin Kuşları

*PATOZ: Tahılı döven, tohumları sap ve kabuğundan ayıran, tarım aletidir. "Harman makinesi" olarak da bilinir.

*****

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.