ALTIN
 2.468,19
DOLAR
 32,4306
STERLİN
40,3674
EURO
 34,5013

Peşinen söylüyorum. Ben deprem uzmanı değilim, inşaatçı değilim, bir çekici ve küreği bile zor tutarım. Betondan anlamam, teknik konularda cahilin cahiliyim. Ukalalık yapmam. Bu yüzden bu yazımda asla teknik konulara girmeyeceğim. 
Şimdi uzun bir yazı olacak, lütfen sabırla okuyun. 
Önce 6 Şubat ve sonrasındaki ilk hasar tespit çalışmalarının yapıldığı bir haftalık ortama bakalım:  
Kar, kış, kıyamet, çamur ve dondurucu soğuk. Dışarda beş dakika dahi durulacak gibi değil. Allah önce sabah 4.17’de şiddetli bir şekilde salladı, dokuz saat sonra ikinci kez salladı ve şehri yerle bir etti. 
Tam bir panik… Kıyamet sahnesi gibi… Kaçan kaçana! Şehir bir hafta içinde boşaldı ve hayalet şehre döndü. Dükkânlar kapalı, su, elektrik ve doğal gaz kesildi, bir otelden başka ışığı yanan bina yok. 550 bin kişi buhar oldu. 
Hasar tespiti yapmakla yükümlü olan resmi kurumların elemanları da ya enkaz altında kaldı ya da şehri terk etmek zorunda kaldı. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir deprem yaşanmıştı. Üstelik 11 şehirde, 14 milyon insanın etkilendiği küresel bir afet… 
Herkes şaşkın, herkes panikte… Devlet de şokta… Yaşanan şoku ölçecek alet bile yok. 
Ne yaptı? 
Alelacele diğer şehirlerden hasar tespit elemanları görevlendirip Malatya’ya gönderdi. Şimdi burada durun, gelen “teknik elemanların” vasıfları yeterli miydi? (Buradaki tespitlerimiz geneldir, istisnaları olabilir, gelen her teknik elemanı ölçme tartmaya ne yetkimiz var ne de zamanımız) Mecburen yaşadıklarımızdan hareket edeceğiz. 
Mesela ben Sıtmapınarı mevkiindeki anneme ait az hasarlı evde kalıyordum. Van’dan, Trabzon’dan, Elazığ’dan, Türkiye’nin dört bir yanından inşaat mühendisleri gelmişti. Neyse, nihayet bizim sokağa da girdiler. Baştan beri takip ettim. Gelenlerin yaşları 25-30 arası… Korkak, ürkek ve acemilerdi. Binalara girmeye bile çekiniyorlar, hemencecik “tespiti” yapıp dönmek, hayalete dönen, nefes alıp vermenin bile zor olduğu bu şehri terk etmek istiyorlardı. Çünkü kıyametin tam ortasına düşmüşlerdi. Binaların görüntüsü insana ürküntü veriyor, her gün yüzlerce artçı oluyordu. Hayatlarında belki de ilk defa hasar tespiti yapıyorlardı. Annelerinin kuzucuklarıydılar. 
Kalacak yer yok, yemek yok, su yok, dondurucu soğuk… Ellerinde bir çekiç bir de tablet… Binanın bodrum katına giriyor bir iki çekiç vuruyor. Girmesi ile çıkması bir oluyor, ne yazsın garibim. Hemen geldikleri kurumdaki tecrübeli amirlerini arıyor, “Hocam ben bu binaya ne yazayım?, -“Oğlum, riske girme ağır hasar yaz gitsin!” 
Durum tam da böyle, ne bir eksik ne bir fazla… Peki, Malatya’nın diğer yerlerinde durum farklı mıydı, kiminle konuştumsa hep aynı garabeti anlatıyor, sağlıklı ve teknik hiçbir veriye dayanmadan “ağırı” basıp gidiyorlardı. Ve böylece Malatya “ağır” oldu. 
Malatyalılar da bu felaketi bizzat yaşadıkları için ağır travma geçirmişler ve psikolojik olarak çökmüşlerdi. Ve binaların görüntüsü de ağırı andırdığından dolayı hiçbir teknik analizden geçmeden üstün körü verilen bu “ağır” raporlarını kabullenmekte zorlanmamışlardı. 
Panik havası biraz dağılıp akıllar başa gelince devletin yetkilileri yapılan vahim hatanın farkına vardı. Geri dönüş yapmaları lazımdı. Belediye Başkanı Sayın Gürkan bu binaların sağlıklı analizinin yapılmadığını, ciddi kurumlar tarafından tekrar hasar tespitinin yapılacağını belirtince kıyamet koptu. Halk direniyordu, hayır olamazdı, orta hasara dönemezdi. Biz bu evlerde oturamazdık, çünkü görüntüsü korkunçtu. Devlet bir kere geri dönülmez bir hatayı yapmıştı, bu sefer karşısında depremzedeleri buldu. İşler iyice sarpa sardı. 
Devlet birinci hasar tespitini acemilere yaptırmanın bedelini “ağır” ödüyordu. Dönüşü olmayan bir yola girmiş, toparlaması imkânsız gibi görünüyordu. İlk günler halk şöyle düşünüyordu: Ağırda kalsın, yıkılsın TOKİ bize ev versin ya da yerinde dönüşüm yaparız. O zamanlar nerden bilsinler, bugün daha iyi gördük ki, yerinde dönüşümün imkânsız olduğunu, TOKİ evlerine 20 yılda bile zor kavuşacağını…
Panik havası içinde devletin depremzedelere yaptırım gücü nerdeyse tamamen kaybolmuştu, “Ağır hasarlı evlere girmeyin” diye bağırıp duruyordu. Ne söz dinleyen var ne de yasak! Devlet kontrolü tamamen kaybetmişti.  Hurra! Evlere girip neyi var neyi yoksa sökmeye başladılar. Nasılsa ağırdı, evde ne varsa söküp satmalıydı. Kapılar, pencereler, petekler, lavabolar, musluklar, laminatlar, atar topar sökülüp taşınıyordu. Yangından mal kaçırıyorlardı. Ne hazin, vatandaş kendi evini yıkıyordu. Deprem hasar vermiş, son darbeyi de kendi evine kendisi vuruyordu. 
Bu ne gaflet, bu ne akılsızlık! 
Devlet, deprem sonrası binalarla ilgili yapılacak teknik süreci iyi anlatamadığı ve bu süreci de sağlıklı yürütemediği için, buradan doğan boşluk vatandaşın panik içinde evlerini tahrip etmesine sebep oldu. Halbuki ilk hasar tespiti ile süreç bitmemişti, henüz yeni başlamıştı. Devletin bu binaları sağlıklı bir şekilde yeniden gözden geçirip “gerçekten ağır mı değil mi?”, bunun tespitinin yapılmasının beklenmesi gerekirdi. 
Beklemediler! İçerden yıktılar! 
Sonra… Sonra ağır hasarlı binalara itirazlar başladı. İtiraz sonucu binlerce bina orta hasara döndü. Fakat bu karara ilk karşı çıkanlar, evlerini yıkanlar oldu. Bu defa bina sakinleri arasında komşuluk bağlarının kopmasına sebep olacak başka bir toplumsal, sosyolojik deprem yaşandı. Bitmez tükenmez tartışmalar, kavgalar! “5’te 4 çoğunluk” gibi saçma sapan bir oylama komşuları birbirine düşürdü. 
Hadi dediler, hiç olmazsa “performans testi” yaptıralım. Razı oldular. Son teknolojik donanımlı inşaat firmalarının ve üniversitelerin yaptığı performans testlerinin kahır ekseriyeti, güçlendirme yönünde çıktı. Kimi bina sahipleri bu karar doğrultusunda binalarını güçlendirme kararı alırken, evlerini yıkanların çoğunlukta olduğu bina sakinleri teknik raporları bile hiçe sayarak ağır hasara dönmesini istedi. Çünkü evlerini parçalamışlardı, maliyet yüksek olabilirdi. Ve bu sefer onlar itiraz etti. Yeniden teknik heyet geldi, bazıları yeniden ağır verdi. 
Böylece gitti geldi gitti geldi. Bu defa son verilen ağır hasar raporuna güçlendirme yanlısı olan kesim mahkemelere başvurmaya başladı. Mahkemelerden de genellikle yürütmeyi durdurma ve sonrasında bilirkişilerin incelemesi sonucu  “güçlendirme” kararı çıkıyor. 
Orta hasarlı olup güçlendirmede sorun yaşamayan bina sakinleri bu sefer başka yerden darbe yedi… Devlet onları yüz üstü bıraktı, evlerin yapımında gerçek söz sahibi kurum belli olmadığı için her kafadan bir ses çıkıyor. Çevre Şehircilik ve Belediyeler arasında kalmış güçlendirme sahipleri ne yapacaklarını bilmiyor.
Normalde baktığımız zaman “Orta hasar” ve “güçlendirme” devletin deprem mevzuatında var. Devlet bu mevzuatın altını doldurmadığı yani güçlendirme kredisi vermediği (veremez çünkü devletin parası kalmadı) ve mevzuatı bilerek çıkarmadığı için vatandaş kendi imkânları ile güçlendirmeye gidiyor, bu da nereye kadar, kaç kişinin gücü yeter. Kaldı ki, belediyeler güçlendirmelere çok büyük zorluklar çıkarıyor. Onlar da korkularından dolayı imza atmak istemiyor. Tam bir keşmekeş! Depremzede gitsin kafasını hasarlı binasının duvarına vursun! 
“Korku” demişken kocaman bir parantez açmak lazım. “Bu “korku” değil midir ki, bunun üzerinden görevler ihmal ediliyor, kanunlara uyulmuyor ve süreç tıkanıyor. Devlet görevlileri korku üzerinden değil tekniğe, bilime ve kanunlara göre hareket eder. Çevre Şehircilik elemanları genellikle bu korku yüzünden şöyle çalışır:  Hasarsız evleri az hasarlı, az hasarlıyı orta hasarlı, orta hasarlıyı ağır hasarlı, ağır hasarlıyı da acil yıkılacak yapıyor. Bir tık üste! Neden? Çünkü bana ne diyor, ben ağır yazayım da benim başım belaya gitmesin, nasılsa ev sahipleri mahkemeye verip düzeltecek. Mantık bu! 
Aslında işin özü şu: Devletin deprem bölgesine vereceği bir kuruş parası kalmadığı için bilinçli olarak bütün yolları tıkıyor. Oyalama taktiği! Güçlendirme kredisinin hiç lafını bile etmiyor. Mevzuatı da mahsustan çıkarmıyor. Peki, yerinde dönüşüm için vereceği hibe ve krediyi niye açıkladı biliyor musunuz? Açıkladı çünkü yerinde dönüşüm yapılmasının imkânsız olduğunu bildiği için… İnşaat maliyetleri ışık hızından daha fazla yükseliyor. Komşuların bir araya gelip tamamının yerinde dönüşüme katılması hayal! Devlet diyecek ki, bak ben hibe kredi vereyim dedim siz organize olamadınız! Ama güçlendirme kredisini verecek olsa (çünkü burada para çok düşük) herkes alıp evini güçlendirecek. 
Şimdi mesele nerede düğümleniyor? “Orta hasar ve güçlendirme” üzerinde neden bu kadar spekülasyon üretildi? Bunun birçok sebebi var. Birincisi ve en önemlisi devletin teknik elemanlarının hazırladığı hasar tespit raporlarının birbirini tutmaması… İkincisi vatandaşların evlerini sökmeleri… Üçüncüsü hâlâ artçıların devam etmesi ve deprem korkusunu üzerinden atamamaları… Kolay değil, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük depremler zincirinin korkusunu üzerinden atmak. Bu hayli bir zaman alır. 
Bir de Elazığ depremi sırasında ağır hasar olup, sonra ev sahiplerinin itirazı sonucu evlerini orta hasara çevirip, güçlendirmeyi de sağlıklı yapmamalarından dolayı, 6 Şubat depreminin ilk saniyelerinde yıkılan Hakimbey Apartmanı gibi feci bir örnek var. Herkes sanıyor ki, ağır hasardan orta hasara çevrilip güçlendirilecek olan her bina yıkılır. Hâlbuki ki Hakimbey Apartmanında bariz hatalar zinciri yaşanmış, binanın sağlıklı bir testi, güçlendirmesi de teknik usullere göre yapılmamıştır. Aslında bu örnek üzerinden ders alınıp işimizi sağlam yapabiliriz. Sırf bu bir tek yanlış emsal üzerinden gerçekte sağlam olup güçlendirme ile kurtulacak olan binalarımızı da heba etmemeliyiz. 
Bakın şimdi, toplam ağır hasarlı bina sayımız 36 bin… Bu 100 binin üzerinde bağımsız birim demek. Devletin sadece Malatya’da 100 bin değil, 10 bin ev bile yapacak dermanı kalmamıştır. 
Peki ne yapılmalı?
Devlet zayıf diye, parası yok diye, gerçekten ağır olan hiçbir binanın gözünün yaşına bakılmamalı… Hele hele 2000 yılından önce yapılmış binaların az hasarlı, orta hasarlı, ağır hasarlı oluşuna bakılmadan hepsi yıkılmalı… 
Fakat 2000 yılından sonra yapılmış binalar eğer bütün bu dehşet verici depremler zincirine rağmen hala ayakta ise, içindekilerini dışarı çıkardı ise görevini yapmış demektir. Sağlamlık testini geçmiş sayılır. Daha sonra bu 36 bin binanın yeni baştan, profesyonel teknik elemanlardan oluşan güçlü firmalar tarafından adam akıllı incelenip orta hasara uygun binalar tespit edilir, sonra da dünyanın en sağlam ve son teknolojik araç gereçlerle gerçek anlamda güçlendirilebilirdi. Bu şekilde yapılan güçlendirmeli binalar, ilk halinden, az hasarlı binalardan daha sağlam olabilirdi. 
Fakat hala artçıların bitmediği, psikolojilerin düzelmediği, travmaların iyileştirilmediği, kulaktan kulağa dolaşan dedikoduların hakim olduğu bir ortamda siz dünyanın en sağlam güçlendirmesini de yapsanız yine de korkulara yenik düşersiniz. Kamuoyunda “güçlendirme” konusunda suni bir korku pompalanmış, herkesi bir şüphe kaplamıştır. Bunda devletin yetersizliği ve süreci sağlıklı yürütememesinin büyük etkisi olmuştur. 
Çevre şehirciliğin verdiği ağır hasarlı raporların yüzde doksanı, itiraz sonucu mahkemelerin tayin ettiği teknik bilirkişi uzmanlarınca orta hasara çevrilmiştir. Demek oluyor ki, şimdiye kadar yıkılan ve bundan sonra da yıkılacak olan 36 bin binanın (100 bin bağımsız birimin) en az yüzde 90’ı orta hasar ile güçlendirilebilir ve kurtarılabilirdi. Devletin sırtından en az 85 bin bina yükü kalkmış, milli servetimiz heba edilmemiş olurdu. 
Yoksa hiçbir binanın, Hakimbey apartmanı gibi gerçek manada ağır olup, sonra da orta hasara çevrilmesini, sonra da uyduruktan bir güçlendirme yapılmış gibi gösterilmesini kim isteyebilir? Bunu isteyen katildir. Cinayet işlemiş sayılır. 
Son söz olarak, gerçek manada ağır hasarlı binaların gözünün yaşına bakılmamalı, hemen yıkılmalı, çünkü hiçbir servet ve bina bir canımızdan dahi değerli değildir. Fakat gerçek manada orta hasarlı binalar da tespit edilip güçlendirmeye gidilmelidir. 
Bütün bu teknik işlemler mülk sahiplerinin duygusal ve bilinçsiz isteklerine göre değil, tamamen bilimsel, kanunlara uygun ve profesyonel elemanların gözetiminde yapılmalıdır. Devlet yetkilileri vatandaşlarımıza bu güveni vermelidir. Yoksa depremzedeler arasında “orta hasardan ağıra, ağırdan orta hasara dönüş” dedikoduları ve spekülasyonlarını daha çok dinleriz. 
Hülasa, biz depremin ilk haftasında acemi mühendislerin depreme yakalanma korkusuyla bütün binalara ağır hasar raporu vermelerinin “ağır” bedelini ödedik. Bugün yaşadığımız bütün sorunların temelinde de bu vahim hata yatıyor. Elimizdeki güçlendirmeye uygun binaları da kendi elimizle enkaza çevirdik. Korkularımıza yenik düştük. 
Geçmiş olsun Malatya!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.