ALTIN
 2.468,19
DOLAR
 32,4306
STERLİN
40,3674
EURO
 34,5013

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutlayarak, çocukluk günlerimizin bayramlarına bir göz atmaya ne dersiniz?

Milli ve Dini Bayramların yaklaşmasıyla, bayram hazırlıkları, büyüklerde de biz küçüklerde de olağanüstü bir heyecan yaratır, başta okullar olmak üzere, tüm kamu kuruluşları, mesleki kuruluşlar, telaşlı bir çoşkuyla, bayramda yapacakları etkinliklerin uğraşısına girerlerdi.

Haftalar öncesinden Malatya, İstasyondan başlayarak, Vali konağının bulunduğu yere kadar TAK’larla süslenir, her kuruluş kendi işlevine göre bu TAK’ları kurar, özel sembollerle, mesajlar vererek bayramı selamlardı. Malatya halkı da, gerek yaya gerek taş arabalarıyla (at arabası) bütçelerine göre faytonlarla veya minübüslerle ve otobüslerle, bu takları yakından görmek, fener alayını izlemek için, bayram gecesi, istasyon, hastahane arası tur atarlardı.. Mahalleli toplanıp da böyle bir karar aldığında, biz çoçukların keyfine diyecek yoktu. 50’li yıllarda, Malatya’da (bir kaç belediye otobüsü ile civar köy ve kasabalara yolcu taşıyan kamyodan yapma otobüsler, kaptıkaçtılar) sayıları on’u geçmeyen taksi ve bir o kadar da özel otomobil vardı. Biz küçükler bu arabaları hayranlıkla seyreder taksilerin toplu olarak park ettkleri yere gider, otomobilleri, renklerine, şekillerine göre paylaşır, sahiplenirdik. Ve birbirimize nisbet ederek, arabaların bazen renklerini bazen kilometre limitlerini ön plana çıkararak övünürdük "oğlum benimki yüz yapıyor, benimki de kuyruklu, roket gibi, benimki’nin de çift rengi var " gibi mukayeselerle birbirimize nisbet yapardık elin arabasıyla. Ben de fazladan traktörümüz var diye övünürdüm, o yaşlarda... Gel de özleme o günleri..? Ne Avrupa Birliği, ne terör, ne başörtüsü sorunu, sadece Altıok ile Demirgırat yarışı, ocaklar, bucaklar o kadar. Ama herkes birbirine saygılı, hoşgörülü. Tabi bunlar o zamanki çocukluk gözlemlerim.

Biz dönelim yine TAK’lara, en gösterişli ve ilgi çeken tak, TCDDY'nın yaptırdığı tak olurdu. Tak’ın üzerinde minyatür lokomotif ve vagonlar ışıklandırılır ve yanıp söndüğünde haraket halinde bir tren olur, gözlerimizi kamaştırırdı. Şeker Fabrikası’nın, Mensucat’ın, Tekel’in ve Belediye’nin TAK’ları da ayrı güzellikler ve özellikler taşırdı.

Okullarda öğretmenimizin yönetiminde bayramdan önce tüm sınıflar ve okulun caddeye bakan pencereleri 23 Nisan’ı anlatan resimlerle, bayraklarla ve ATATÜRK fotoğraflarıyla süslenir, her yan donatılırdı, Esnaflar da dükkanlarını, vitrinlerini imkanları ölçüsünde bayrak ve resimlerle dekore ederlerdi. Heyecan mı tükendi, duygular mı köreldi şimdilerde, resmi daireler, büyük kuruluşlar, belediye otobüsleri yine bayraklar asıyorlar hatta dev boyutta, okullar yine bazı çalışmalar yapıyorlar ama ne o muhteşem TAK’lar var ne de o sevinç ve çoşku.. Ben elli yıl öncesinin Malatya’da ki ihtişamlı 23 Nisan bayramlarını anımsarken, o zamanki İstanbul’un nasıl bir olağanüstü görünüme büründüğünü, tahayyül edebiliyorum. Oysa şimdi evlerine bile bayrak asmayı unutan, duyarsız bir kitleye dönüştük. İnanın AĞLADIĞIM ZAMANLAR OLUYOR bu duruma, yazarken bile kimyam bozuldu.. ama içimde dert olanı, sizlerle paylaşmak istedim.

Neyse, yarın 23 Nisan, bütün hazırlıklar tamam, siyah saten veya kırçıllı önlüklerimiz yıkandı, ütülendi beyaz yakalıklarımız kolalandı, Yavrukurt seçilmiş isek üniformalarımız hazır. Sabahleyin erkenden heyecanla uyanır kahvaltıdan sonra çabucak giyinir ve bir an önce okula koşardık. Ama annemizin, babamızın bizi kapıdan uğurlarken, “çağam sağ ayağını önce at” deyip arkamızdan dua ederken yüzlerindeki mutluluk ve gurur ifadesi hayatta hiç unutamayacağımız görüntülerin başında gelir. Bu vesile ile hayatta olmayan ana ve babalarımıza rahmet, hayatta olanlara da sağlıklı uzun ömürler dilerim.

Anımsatmaya çalıştığım, sizlerin de bildiği gibi, ilkokul çağımızın anlatımı, yani bizim kuşağın 1954 – 1959 yılları... Şimdi kaldığımız yerden devam edeyim;

Büyüklerimizin cebimize koyduğu elli kuruş, en fazla bir liranın verdiği sevinçle evden ayrıldık, atabildiğimiz en büyük adımlarla ve hatta koşa koşa okula geldik. Okulun bahçesi cıvıl cıvıl tüm kız ve erkek öğrencilerin gözlerinde sevinç ve ışıltı var, pırıl pırıl tertemiz yüzler, kızların saçları örülmüş, beyaz kurdelalar bir kelebek gibi saçlarında uçtu uçacak, erkekler üç numara tıraşlı. Kimi okuyacağı şiir’i kimi okuyacağı metni son kez arkadaşlarına ezbere okumaya çalışıyor öğretmeninin tembihlediği tonda ve vurgulamada, heyecan hat safhada...tam bu sırada ZARİF dayı (okulun hademesi , ona da rahmet olsun) ŞINGIRDA ŞIINNGIIR ŞŞIIIINGIIIRR elinde zil çalarak, okulun bayrak merasiminin yapıldığı yerde toplanmamızı sağlıyor .

Bizlerde bu çağrıdan sonra şubelerimize ve sınıflarımıza göre, belli olan sıralamada yerlerimizi alırdık. Her zamankinden farklı olarak, daha önce yapılan provalarda da olduğu gibi trampetçiler, borazancılar ve yavrukurtlar en önde.. cakaları bin beşyüz ... Hele bayrağı ve okul flamasını taşıyacak olan gösterişli, boylu poslu olan kız ve oğlan arkadaşımızın statüleri daha da farklı gözlerindeki gurur ve sevinç bunu yansıtmakta. Gel de özleme o berrak günleri.!... Övünmek gibi olmasın ben de yavrukurt idim, şapkam, çakım, düdüğüm, jopum tekmil tamam sanki dersiniz, general olmuşum, gelin de bana sorun?...( Aslında beni, daha okula başlamadan, ailemin hevesi olacak ki, üç tekerlekli krapon kağıtlarıyla süslü bisikletime bindirip, minik, maskot yavrukurt olarak, en önde 23 Nisan bayramına katarlardı, hatırlıyorum.)

Hepimiz sıraya girer, aramızda fiskoslar yaparak, kıyafetlerimize son kez karşılıklı bakarak düzeltmelerde bulunduktan sonra, öğretmenlerimizin gelmesini heyecanla beklerdik.

Ö Ğ R E T M E N L E R İ M İ Z, en şık kıyafetleriyle, özenle taranmış saçlarıyla, gözlerinde ki ışıltı ve yüzlerinde ki tebessümle B İ R Ç İ Ç E K B A H Ç E S İ N E gelmenin mutluluğunu yaşarlardı sanki... Her öğretmen sınıfının başına gelir, kıyafetlerimizi kontrol eder, gerekli ikaz ve düzeltmelerden sonra bizleri yürüyüş kolunda sıraya sokarlardı. Bu arada bizlere, çok güzel ve düzgün yürümemizi," BU YIL BİZİM OKUL BİRİNCİ OLACAK" çocuklar ona göre gayret edin diye telkinlerde bulunur, teşvik ederlerdi. Okul müdürümüz göründüğünde hepimiz yeniden hazır ola geçer, konuşmaya başlayınca da, dikkatle dinlerdik. Müdürümüzün günün önemini vurgulayan ve bizleri motive eden konuşmasından sonra, komutlar verilir uygun adımlarla merasimin yapılacağı yere başta müdürümüz, öğretmelerimiz olmak üzere bir vakar içerisinde dimdik yürürdük. Merasim alanına geldiğimizde, her okul, kendine ayrılan yerde yürüyüş sırasını beklemek üzere yerleşirdi. Diğer okulların kıyafetleri, dizilişleriyle hemen kendi aramızda mukayeseler yapar, “Bunlarda iş yok, daha düzgün durmayı bile bilmiyorlar, bu sene biz birinci geleceğiz görürsünüz” diyerek kendi aramızda övünürdük. Bu ara büyük okulların trampet, borazan sesleri, hele de askeri bandonun gelirken çaldığı marşlar bizlere ayrı bir heyecan ve sevinç verirdi. O an; bir an evvel büyümeyi onlar gibi olmayı hayal ederdik.

O zamanlar, bayram merasimi ve geçit töreni orduevinin oradaki ATATÜRK anıtının önünde olurdu. Kışla caddesinin, baştan başa her iki taraftaki kaldırımları, Malatya halkıyla dolup taşardı, yakın kasabalardan, köylerden insanların en yeni ve temiz kıyafetleriyle geldikleri gözlenirdi. Bayram merasimi, askeri bandonun İstiklâl Marşını çalmasıyla başlar ve hepimizi coşturan, göğsümüzü kabartan ve de gözlerimizden damlaların düşmesine neden olan diğer güzel marşlarımızla devam ederdi. Protokol gereği sırayla mülki ve askeri erkân konuşur ve bu konuşmalar halkın coşkulu alkışlarıyla ödüllenirdi. Sonra öğrenciler, öğretmenlerimiz şiirler ve hazırladıkları yazıları gururla okurlardı ve nihayet en heyecanlı kısım, resmi geçit töreni, askeri bandonun çaldığı marşlar eşliğinde başlardı. En önde İlkokullar sırasıyla Orta okullar, Liseler, Meslek Liseleri hazırladıkları değişik kıyafetler ve görüntülerde adeta süzülerek geçerlerdi. Resmi geçit sırasında kaldırımda bulunan halk çılgınca tezahürat yapar ve alkışlar. “MAŞALLAH… MAŞALLAH...ANA KURBAN VERENE...NE GÜZEL DE YÜRÜYORLAR,.. ALLAH ESİRGESİN... ÇOCUKLARI!.”. ve buna benzer güzel sözlerle tanıdık tanımadık herkese çoşkuyla sevgilerini sunarlardı..

HANİ NEREDE O SEVGİLER

YÜREKTE Kİ O DUYGULAR

SANKİ BİRİ BÜYÜ YAPTI

UYUMAKTA O COŞKULAR

Merasim sonrası aynı düzen içerisinde, öğretmenlerimizin nezaretinde okullarımıza döner, okul müdürümüzün bizleri ve öğretmenlerimizi tebrik eden konuşmasının ardından, biz öğrencilerin hiç bir zaman gerçek cevabını alamadığımız, “HANGİ OKUL BİRİNCİ OLDU ÖĞRETMENİM ?” sorusunu sorar, cevap yerine ödül gibi dağıtılan şekerlerimizi yiyerek evin yolunu tutardık. Küçük sınıf öğrencilerinin anne ve babaları merasimi takiben okula gelirler çocuklarına eve giderken gururla eşlik ederlerdi. Resmi geçitte evladını görmek ve alkışlamak büyüklerimiz için başlı başına bir mutluluk kaynağıydı. ACABA ŞİMDİ DE ÖYLE Mİ ?

Evlere dönüldükten sonra, bu sefer de bizleri ve ailelerimizi akşam yapılacak FENER ALAYININ izlenmesi heyecanı sarardı, komşular birbirleriyle görüşüp, eşlerine danışıp, yaya veya imkanları ölçüsünde yukarıda da belirttiğim arabalardan biriyle tur atmaya karar verip, akşam yapılacak şehir gezisinin planlamasına koyulurlardı. Uzaktan da ikindi namazından sonra belediyenin önünde çalınmaya başlamış olan davulun ve zurnanın sesi, bu planlamayı bir an önce yapmalarının gerektiğini hatırlatan uyarı niteliğindeydi. Gerçekten bütün bayramlarda, Belediyenin önünde davul, zurna çalınır, herkes özellikle yakın köylerden gelen yurdumun güzel insanları, halaylar çekip, değişik oyunlar oynayarak geç vakitlere kadar eğlenir ve bayramı büyük bir coşkuyla, içtenlikle el ele kutlarlardı, tek yürek olarak. KÖYLÜSÜ, KENTLİSİ, FAKİRİ , ZENGİNİ, ERKEĞİ, KADINI... ŞİMDİLERE BAKINCA ŞAŞIRIYORUM, NE KOYALIM ADINI ? İşte, ÖZLEDİĞİM YILLAR ve GÖZÜMDE TÜTENLER!

O asil duygular, coşkular yüreğinizden hiç eksilmesin! Tüm bayramlarımız , el ele, omuz omuza, daima gururla, sevinçle yaşansın!

Sevgiyle kalın güzel yurdumun, güzel insanları !

Necati DİKMEN

( Hasanmandallıoğlu )

Foto Erinan’dan, Foto Cemal’e

Eski fotoğraflar şimdi kimsesiz

Hepsi yıllara küs, zamana kırgın

İlk fotoğrafımı çekmiş **Kemiksiz

Belediye önünde halay çekip her bayram

Can ciğer olurdu, tüm insanlar bir harman

Ne nifak vardı, ne bölücü bir ferman!

Şimdi yapay dertlere, aranır derman.

Türkü çığrılırdı her gece parkta

Rahmete kavuşmuş Sami Kasap da

Fahri Özyıldırım, İlhan Kızılay

Kemal Çığrığ gelecekti, gelmedi bu ay

Ne kırmızı gül kaldı, ne demet kaldı

Ne Fırat kenarında yüzen sal kaldı...

n.d

(*) Not: Bu yazım 15 yıl önce yayınlanan bir dergiden nakledilmiştir.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.